UYARI
!!! Ergun Özbudun Türk Anayasa Hukuku ,
Erdoğan Teziç Anayasa Hukuku ve Çeşitli
Ders Notlarının bir Özetidir . Hiçbir surette ticari bir amaç için kullanılamaz
, kopyalanamaz , mutad amacının dışında kullanılamaz . Bilgi Üniversitesi
Çağdaş Hukukçular Kulübü bu ders notlarını ESAS KİTAPLAR İLE BİRLİKTE
sadece sınav öncesi bir tekrar mahiyetinde kullanımını önerir ve bu husustan
doğabilecek hiçbir zarardan mesul değildir . !!!
Anayasa Hukuku
Hukuk:Toplum hayatını
düzenleyen kurallar bütünü (ihlal durumunda devlet otoritesi tarafından
yaptırım uygulanır)
Anayasa:Devlet
faaliyetlerini düzenleyen yasa
metni.Devletin oluşum biçimini düzenler.Hem devleti hem bireyi kapsar.Devletle
birey ilişkilerini hukuk kurallarına bağlı olarak düzenler
Pozitif Hukuk: Yürürlükteki Hukuk kuralları
Anayasa
Üstünlüğü Kuralı:Diğer hukuk kurallarının anayasa
metnine uygun olması kuralıdır.(1982 anayasası 11.mad.)Anayasa mahkemeleri bunu
denetler.
Anayasal Yönetim:Fransız
ihtilalinde ortaya çıkmaya başladı.
Mutlak Monarşi:Bir
kişinin devlet otoritesi olması.Tüm kuvvetlerin tek elde olması.(eski düşünceye
göre kral tanrının temsilcisi bu yüzden yetkiler sınırsız.Teba bu yetkilere
uymak zorunda olan kralın yönetimi altındaki halk.)
18.yy. Anayasacılık hareketleri:Amerika’da
İngiliz kolonileri anayasal yönetimlerin temelini attı.İlk Virginia sonra da
diğer koloniler bağımsızlık bildirgelerini yayınladılar.O zamanlar Hukuk ta
fransızcanın daha etkili olması sebebiyle Fransız ihtilalinin etkileri daha
geniş ve daha hızlı göstermiş oldu.
Meşruti Monarşi:Devlet yetkileri anayasaca
düzenli.Parlamentoda da aristokratlar yer alıyordu.
Osmanlı-Türk
Anayasacılık hareketleri: 1839 Tanzimat
Fermanı ile batıya benzer bir takım gelişmeler oldu.
-Tanzimat
Fermanı:Kişinin haklarını düzenleyen bir metindir ama anayasa değildir çünkü
tek taraflı bağlayıcı bir metindir.Amaç Osmanlının batının gelişmesini
yakalayabilmek.
-1854 Islahat Fermanı:Anayasa değil yaptırım
uygulayabilecek bir mekanizma mevcut değil.İçeriği her Osmanlı vatandaşının
haklarını belirtmek (vergi,askerlik memurluk din ırk ayrımı olmadan)
-1876 Kanun-i Esasi:Anayasa
metnidir.Anayasa hareketlilikleri neticesinde olmuş olup aynı derecede
değildir.
-Denetleme Mekanizması:Meclisi
Umumi:
Mebus:Seçimlerle
olurdu bu hak erkeklere tanındı Ayan:Padişah tarafından seçilenler.
Padişahın yasama yetkilerini
sınırlayamıyor.En son yetki yine padişahta.Kanun-i Esasi’ye göre kanun tasarısı
için kanun tasarısı için padişaha danışılır.İzin verirse bu iki meclis görüşür
ve padişahın onayı için tekrar padişaha gider.Onay yetkisini kullanmazsa yasama
süreci tamamlanmadan sona ermiş olur.
1909 da kanun
tasarısı için padişaha sorulması kaldırıldı.Padişah söz konusu yasayı
onaylamazsa yasa tasarısı meclise tekrar geri dönecek ve eğer 2/3 çoğunluk sağlanırsa tasarı
padişaha tekrar gider ve onayı zorunludur.Ayrıca bu yılda padişahın
parlamentoyu fesih yetkisine sınır getirildi.Meclis feshinden en geç 3 ay
içinde seçimlerin yapılması mecburidir.
1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu: (Devletin
temel düzeni hakkındaki kanun)
Yürürlüğe koyan 1920
de kurulan TBMM.1921’de meclis bu metni yürürlüğe koymuştur.Teknik anlamda
anayasa değil.Sadece devletin temel idaresi hakkında maddeler içerir.
** 1.Madde:Egemenlik
kayıtsız şartsız Türk milletinindir.(geleneksel yönetim biçiminden rasyonele
geçiştir) Devrimci bir ilke.Padişahı ve saltanatı yok sayar.
Klasik Literatüre göre Hükümet Sistemlerinin Tasnifi:
-Devlet Yetkilerinin hangi makamlarda olduğu
-Farklı organların karşılıklı olarak birbiri üzerinde sahip
olduğu yetkiye göre
Kuvvetler Birliği:Yasma ve yürütmenin aynı organın elinde olduğu sistem
-Yasama ve
yürütme organları yürütme organında olan sistemler(monarşi,diktatörlük)
-Yasama ve
yürütme yasama organında olabilir.(meclis hükümeti sistemi)
1921
anayasası 8.maddesine göre TBMM icra vekillerini(bakanlar kurulu) seçme ve
görevine son verme yetkisine sahiptir.Fakat bakanlar kurulu meclisi
feshedemez.Aynı anayasada bir devlet başkanlığı müessesi yoktur.Bu sistem
İsviçre de halen geçerlidir.
Kuvvetler Ayrılığı:
Yasama ve yürütme organları ayrıdır.Bu sistem 2’ye ayrılır
-Başkanlık
:Yasama ve yürütme sert ve kesin olarak ayrı.
-Parlamenter: Yasama ve yürütme
yumuşak ve esnek olarak birbirinden ayrı.
Başkanlık Sistemi:Yasama yetkisi “kongre” denilen organdadır.Yürütme yetkisi ise başkana
aittir.Başkan, “yasama organı” kongreyi feshedemez aynı şekilde kongrede
başkanı feshedemez.Sadece başkanın ağır bir suç işlemesiyle başkan
feshedilebilir(impeechment)
Başkan halk tarafından seçilir(oylama ile yada dolaylı
olarak halkın seçiciler kurulunu seçmesi ve bu kurulun da başkanı seçmesi
gibi).Aynı zamanda halk kongre üyelerini de seçer ve bu kişiler de yasama
yetkisini kullanırlar.
*Organların kesin ve sert biçiminde ayrı olduklarının belirtileri:
-Başkan ve
kongre ayrı ayrı seçiliyor
-Karşılıklı
fesih yetkileri yok.
Başkan bir takım yardımcılar kullanır.Fakat parlamentodakilerden
farklı.Başkan mutlak yürütme yetkisine sahip.Ayrıca bu yardımcı kişiler yürütme
yetkisinde başkanla eşit statüde değiller.Sadece danışman pozisyonundalar.Bu
sistemde yürütme monist bir karakterde.Başkan için güven oyu söz konusu
değildir.Kongrenin belirlediği süre zarfında yürütme yetkisini kullanır.
Parlamenter Sistem(Kuvvet Ayrılığı):Yasma yürütme farklı organda.Yürütme yetkisi devlet başkanı
ve bakanlar kurulunda.Yasama yetkisi ise meclis (parlamentoda).Yasma organı
halk tarafından seçilir.Bu organda salt çoğunluğa sahip olan bakanlar kurulunu
da oluşturmaya yetkili olur.Bu sistemde yürütme düalist bir karakterdedir.Yasma
ve yürütme karşılıklı olarak hukuki
haklara sahiptir.
Çoğunluk
alan parti başkanı bakanlar kurulu listesini devlet başkanına sunar onay alırsa
parlamentodan güvenoyu alması gerekir.Alamazsa hukuki varlığı sona erir.Eğer
seçimlerde çoğunluk sağlanmazsa koalisyon hükümeti kurulabilir. Hükümet
faaliyetleri sırasınca bu güvenoyunu koruması gerekir.Eğer kaybederse “gensoru”
mekanizması ile hükümetin hukuki varlığı sona erdirilebilir.Buna ek olarak bu
mekanizma tek bir bakan ya da milletvekiline de verilebilir.Bu yasama organının
yürütme organını durdurabilecek bir
mekanizmadır.Klasik parlamenter sistemlerde başkanın meclisi fesih yetkisi
vardır fakat sınırsız değildir belirli kuralları vardır.1961 anayasası 108.mad.
ile 1982 116.mad. ‘si cumhurbaşkanına meclis seçimlerini yenileme yetkisi
vermiştir.Meclis seçimlerinin yenilenmesinde hukuki varlık sona ermez yeni
genel seçimin yapılması ve bunun yürürlüğe girmesine kadar eski yasama organı
görevini sürdürür.Meclis feshinde ise yasama yetkileri o anda biter.1982
anayasası fesih yetkisi değil de seçimlerin yenilenmesi yetkisini tanımıştır
sebebi ise ülkenin meclissiz kalmaması.
Çoğunluğa
sahip hükümet anayasada öngörülen tarih öncesi bir tarihte erken seçim kararına
varabilir.Anayasaya göre meclisin görev süresi 5 yıldır.Fakat bu süreden önce
bu görev sona erebilir.Bu süre sabit bir süre değildir.Gensoru ile bu süre kısa
olabilir.Erken seçimin ise çeşitli sebepleri olabilir.Mevcut hükümet ileriyi
düşünerek kendine uygun bir zamanda erken seçim yaptırabilir.82 den beri hep
erken seçim yapıldı.Ve hiç meclis seçimlerinin yenilenme yetkisi
kullanılmadı.Yürütme yetkisi devlet başkanı ve bakanlar kurulu arasında
kullanılır.Parlamenter sistemlerde devlet başkanının yetkisi semboliktir.Bu
sistemlerde bakanlar kurulu hukuki ve siyasi açıdan sorumludur.
*Yetkiler ve sorumlulukların birbirine
paralel olması gerekir*
Karşı İmza:Cumhurbaşkanları
icrai alanlarda gerçek yetkilere sahip değillerdir.Başkanın eylemleri
semboliklerdir.Başkanlar tek başlarına yürütme yetkileri yoktur bunun için
bakanlar kurulu ve başbakanın imzası gerekir (counter signature)
Yetkileri Ör:Bakanlar kurulunu
toplantıya çağırmak
Kanun imzalamak
Yasama yılı başında konuşma yapmak
Yarı Başkanlık Sistemleri: (kuvvetler ayrılığı)Karma melez niteliktedir.Yürütme
cumhurbaşkanı ve bakanlar kuruluna ait,yasama ise parlamentoya aittir.Başkan
halk tarafından seçilir.Bu başkanlar sembolik değil icrai yetkilerle
donanmıştır.Bu yetkileri bakanlar kurulu ile paylaşır.Halk iki ayrı seçimle
başkanı ve parlamentoyu seçer.İki ayrı seçim olur.Parlamento genel seçimleri
sonucunda çoğunluktaki parti hükümeti kurar çoğunlukta değilse koalisyonla
hükümeti kurabilir.Yasma ve yürütmenin yetkileri parlamenter sistemdeki
gibidir.Aynı şekilde güvenoyu vardır.Hükümet görevi süresince yine bu
güvenoyunu korumak zorundadır.Cumhur başkanının meclisi fesih yetkisi vardır.Bu
sınırlı değil başkan dilediği zaman fesih yetkisini kullanabilir.
1923 de yapılan değişikliklerle rejimin adı
cumhuriyet oldu.Cumhurbaşkanlığının adı kondu.Hükümetin oluşum prosedürü de
değişti.CB. meclis üyeleri arasından başbakanı seçer başbakan da bakanlar
kurulunu seçer onaylanmasından sonra yürürlüğe girmiş olur.
1924 Anayasası:
4.Madde: Egemenlik yetkisi Türk milleti adına TBMM’ye
devirli.
5.Madde: Meclis Hükümeti sistemini uygular
7.Madde: Yasama organı üstün yetkilere
sahiptir.Yürütmeyi denetleyebilir.
6.Madde: Meclis yasa yetkilerini kendi kullanır.
7.Madde 1.Fıkra Yürütme yetkisini Cb. Bakanlar
kurulu tarafından kullanır.
24-60
arasında da meclis yürütme yetkisini kullanmaya teşebbüs etmedi.
39.Madde: Karşı imza ilkesi (CB.’nin
kararları,eylemleri i ve işlemleri başbakan ve bakanlar kurulunca imzalanır.
44-46.Maddeler: Bugünkü başbakan ve bakan seçimleri
ve bakanların sorumlulukları (“kolektif” tüm bakanların parlamentoya olan
sorumlulukları bireysel sorumluluk ise her bakanın kendi işine olan
sorumluluğu.)
Başka bir özellik ise sert olması ve
anayasanın üstünlüğüne önem veriyor olmasıdır.(Anayasa hükümlerinin değiştirilmesi
veya kaldırılması eğer normal yasalardan ve adi kanunlardan daha zorsa bu
anayasa serttir.)
82 anayasasına göre bir milletvekili tek
başına kanun değişikliği tasarısı verebilir fakat anaysa değişikliği için
meclisin 1/3 !inin imza vermesi gerekir.
102.Madde: Anayasa değişiklik teklifi.
-Tam
üye sayısının üçte birinin imzası
-Tam
sayının 2/3 kabul oyu
-1.Maddenin
değişmesi için tasarı bile verilemez.
103.Madde:Anayasa üstünlüğü ilkesine yer
verir.Hiçbir kanun anayasaya aykırı olamaz.Aykırı bir hüküm olursa anayasa
mahkemesi tarafından iptal olur.
Bu anayasa çağdaşlaşmanın olması
için laikliğin gerekli olduğunu vurguluyordu.Laiklik ve çağdaşlaşma yolunda
önemli adımların bulunuyor olmasına rağmen bu anayasada 2.maddede dinin İslam
olduğu ifade edilmiştir.Ayrıca 26.maddeye göre meclis ahkam-ı şer’iyye ‘nin
temizi ile hükümlüdür.1961 anayasasında bu hükümler kalkmıştır.
1924 anayasası tüm insan
haklarına değil de klasik haklar denilen hükümlere yer vermiştir.Sosyal haklar
yoktu.Ayrıca bu varolan klasik hakların da nasıl kullanılacağı da ayrıntısıyla
söz edilmemiş sadece adı belli.
Negatif
statü hakları(klasik): Yaşama,dilekçe
Pozitif
statü hakları (sosyal): Eğitim,sağlık.
1924 anayasası özü itibariyle çoğunlukçu (majoritarian)
bir karakterde.
Çoğunlukçu
Demokrasi(majoritarian):Belli bir zaman dilimindeki hakim aritmetik
anlamdaki çoğunluk mutlak ve
sınırsızdır.Rousseau bunu varsayımlarla açıklamıştır.Bu görüş Fransız
Rousseau’nundur.Ona göre genel irade (Bir toplumun tümünün iradesi) mutlak ve
şaşmazdır ayrıca sınırsız yetkilere sahiptir.Genel irade her zaman kamu
iyiliğine önem verir.
1924 anayasası bu sistemi benimsemiştir.sayısal
çoğunluğun iradesini sınırlayacak herhangi bir mekanizma yoktur.Bu düzende
azınlık haklarını savunacak hiçbir şey yok.Ayrıca bu sistemde iktidar ve
muhalefet arasındaki ilişkileri düzenleyecek herhangi bir mekanizma da söz
konusu değil.Bu anayasa sistemi çeşitli anti-demokratik hareketlere yol açtığı
için 27 mayıs. 1960 ta darbeyle sona erdirildi.1924’te bu sistemin kabul
edilmesinin sebebi o zamanlar siyasal hayatın Fransız kamu hukukundan
etkilenmiş olmasıydı.Ve bu Fransız hukuku Rousseaucudur bu sebeple Türkiye’de
bu sistemi benimser.O zamanlar rejim için tek tehlikenin saltanat olduğu
düşünülüyordu.Milletin temsilcilerinin sorun olabileceği düşünülmüyordu.Ayrıca
bu sistem devrimlere daha elverişliydi.Bu sebeplerden dolayı kabul edildi.1924
anayasasının 102 maddesi bu anayasanın sert olduğunun belirtisidir.Ayrıca
anayasa üstünlüğü ilkesi de benimsenmiştir.
1960
darbesiyle yeni bir dönem başlamıştır.Yasama ve yürütmenin nasıl uygulanacağı
Milli Birlik Konseyinin yayınladığı 1.no’lu geçici anayasa ile
belirlenmiştir.Buna göre yasama yetkisi MBK’de.Yürütme yetkisi bakanlar kurulu
eliyle kullanılacak.Bu bakanlar kurulunun tayin yetkisi MBK başkanı Cemal
Gürsel’e ait.ayrıca Cemal Gürsel aynı zamanda MBK,başkomutan başbakan,devlet
başkanı sıfatlarına sahip.
Prof. Dr.
Sıdık Sami Onar başkanlığındaki İstanbul Konseyine yeni bir anayasa oluşturma
yetkisi verildi.Fakat hazırladıkları taslak yoğun tepkiler aldı.Çünkü milletin
temsilcilerinin yetkileri olabildiğine kısıtlanmıştı.(tepki mantığı :her
anayasa bir öncekine tepki niteliği taşır.)
Kurucu
Meclis yasama meclislerinden farklıdır.Kurucu meclis bir ülkede yeni bir
anayasa düzeni yapmaya yetkili bir meclis ve hiçbir hukuk kuralı kurucu meclisi
sınırlayamaz.Bir ülkenin anayasal düzenini baştanbaşa değiştirme hakkına sahip
olan meclistir.Yetkileri sınırsız fakat istediği anayasal düzeni
getiremez.Hukuksal yaptırımı yoktur ama sosyolojik anlamda sınırlıdır.
Yeni
anayasayı oluşturmak için kurulan kurucu meclis iki meclisten oluşur.1.’si
MBK’den oluşur diğeri ise temsilciler meclisi (seçmen iradesiyle
oluşur)Mecliste o tarihte yer alan partilerin temsilcilerinden oluşur.(CHP;CKMP).İki
dereceli seçime benzer bir seçimle kuruldu.
Kısa sürede
61 anayasasını hazırlamış ve 9 Temmuz 1961’de halk tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir.Ve ardından seçimlerle
yönetim sivillere terkedilmiştir.
1961 Anayasası’nın Temel Nitelikleri
Çoğunlukçu
demokrasi anlayışından çoğulcu demokrasi anlayışına geçilmiştir.Yasama yürütme
ve yargı ayrı ayrı anayasaya bağlı.Yani anayasanın üstün olduğu bir siyasi
düzen öngörülüyor.1924’ten farklı olarak kuvvetler ayrılığı ilkesi benimsenmiştir.18.yy.
anayasa hareketlerinin kaynağı aydınlanma felsefesidir.Montesquieu bu sıralar
kuvveler ayrılığı teorisini yarattı.Tabi o zamanlar bu kuvvetler ayrılığı
sistemi farklı idi.Bugünkü siyasal parti yapısı o zamanlar yoktu.Günümüz
şartlarında kuvveler ayrılığı ilkesinin önemi yargı organının bağımsız
olmasındandır.24 anayasasında yasama yürütme TBMM elinde.Yasama kendinde
yürütme CB ve bakanlar kurulu eliyle yapılıyor.Yargı yetkisi bağımsız
mahkemelerin.Bağımsız olarak geçiyor fakat bunu uygulayacak mekanizmalar bu
anayasada yok 61 anayasasıyla tüm bunlar düzenlendi.
1961 anayasası kuvvetler
ayrılığı ilkesini yerleştirdi ayrıca yasamayı da iki meclise ayırdı.
-Millet Meclisi
-Cumhuriyet Senatosu.(Anayasaya aykırı
kanunların yürürlüğe girmesini engelleyecek bir ön mekanizma )
Bu anayasa devlet iktidarının
bölüşülmesinde sadece yatay değil dikey şekilde de bir idari parçalama yoluna
gitmiştir
Temel Haklar ve
Özgürlükler: 1961 anayasasında
her şeyden önce temel hak ve özgürlüklere ilişkin madde sayısı daha fazla
ayrıca ayrıntıları da içeriyor.24 anayasası temelde özgürlüklere yer verdiği
halde güvence yoktur. 61’de bu söz konusu değil 3 kategori vardır.
-Anayasanın herhangi bir hakkı
düzenleyen herhangi bir hükmünde o
hakları düzenleyen herhangi bir sınırlayıcı ifadeye yer yok.Mad.20-21
-Herhangi bir maddede sınırlama
yok,bunların kanunla düzenlenebileceği ve kanun ile sınırlanabileceği haklar.(Basit yasa kaydıyla düzenlenen haklar)
Mad.17
-Nitelikli yasa kaydıyla
düzenlenen haklar.Anayasa maddesinde hakkı düzenleyen hükmünde o hakkın
hangi gerekçeler ile sınırlanabileceği belirtiliyorsa.Mad.18
Temel Hak ve özgürlüklerin
sınırlanması:(mad.11.)
1-)Temel hak ve özgürlüğü düzenleyen kanun kesinlikle
anayasanın temeline ve özüne uygun olmalıdır ancak kanunla düzenlenir.
2-)Öze dokunma yasağı: Hakkın özü kullanımı sınırlayan
bütünüyle ortadan kaldıran bütün işlemler öze dokunma yasağına girer ve
geçersiz olur.
11.mad 71’e kadar tüm temel hak
ve özgürlükler için güvence olmuştur.
1961
Anayasasının uygulanması: D.P.’nin anayasa yapımından dışlanması aynı
zamanda seçmenlerin çoğunun dışlanması idi.D.P.’nin mirasçısı sayılan A.P. sık
sık yeni anayasaya eleştiri yapıyordu.65’te tek başına iktidar oldu.69'da da
yine iktidarı tek başına elinde tuttu.Bu eleştirilerinin onları iktidar yapması
halkın da bu yeni anayasayı benimsemediğini gösterir.
A.P.’ye göre
bu anayasa kamu düzenini bozuyor ve yürütme yetkisinin işlemesini
engelliyordu.Böylece devlet otoritesi günden güne zayıflıyordu.Şiddetin günden
güne artması sonucu askeri güçler yayınladıkları bir muhtıra ile hükümetin
istifa etmesini sağladı.Bu yarı bir askeri yönetim sayılır.Meclis
feshedilmedi,yöneticiler yargılanmadı ve tüm mekanizmalar normal şekilde
işliyordu.Tabi darbe tehdidi altında.
Nihat Erim
başbakanlığında partiler üstü bir geçici yönetim kurulmuştu.Adına partiler üstü
denmesinin sebebi tüm meclisten seçilen ve parti fakı gözetmeden seçilen ve
bunun yanında meclis dışından da yöneticiler alınan bir hükümet olmasıydı.Bunun
amacı T.Sil.Kuv.’nin anayasada istediği değişiklikleri yaptırabilmesiydi.61
anayasası 71-73 yılları arasında köklü değişikliklere uğramıştır.Bu
değişikliklerin amacı:
-Yürütmenin
otoritesini takviye etmek:61 ilk metninde bak.kur.’nun KHK. çıkarma yetkisi
yoktu.Bu yüzden 64.mad.’ye ek hükümler getirilerek bu yetki verilmiştir.KHK’ler
aslında yasama işlemleridir çünkü yürürlükteki kanunu değiştirirler ya da
yürürlükten kaldırırlar.(fonksiyonel açıdan yasama)
-Özerk kuruluşların
değişikliği:Üniversitelerin özerkliği zayıflatıldı ve TRT’ninki kaldırıldı.
-Devlet kanun değişikliğini
ancak yasa ile düzenleyebilir.
Tabii Hakim İlkesi: Bir
suçun ancak işlendiği zaman mevcut olan mahkemeler tarafından yargılanma
ilkesidir.Yani suçun niteliğine göre mahkeme kurulamaz.
1402 sayılı
kanun. 11.maddeye göre sıkıyönetim ilan edilen yerde Milli Savunma Bak. Duyduğu
ihtiyaç üzerine yeter sayıda sıkıyönetim mahkemesi kurabilir.13.maddede
sıkıyönetim ilanında en çok 3 ay öncesine kadar sıkıyönetim yapılmasına neden
olan suçlar ancak sıkıyönetim mahkemesince uygulanır.Bu hüküm tabii hakim
ilkesiyle çelişir.
Bu ilkeler
sonra kanuni yargı ve kanuni hakim ilkesi olarak adları değiştirildi fakat bu
lafzen anayasaya uygun oldu fakat özünde halen aykırı idi.
1971’de yapılan
değişikliklerden biri de yargıdaki değişikliklerdir.
149.madde
anayasa mahkemesi yetkilerinin bir hükmüne yer verir.Burada anayasa mahkemesine
dava açma yetkilerine sahip olanlar belirtilmiştir.Siyasi partinin grup teşkil
etmesi için 10 vekile ihtiyacı vardır.Temsilci dendiği zaman tek bir vekil bile
yeterlidir.!961 anayasasında temsilcisi olan partilere anayasa mahkemesine dava
açma yetkisi verildi.71-73 deki değişikliklerle bu ortadan kaldırıldı ve sadece
grubu bulunanlara verildi.
Bütün idari işlemlerin yargı
denetim Danıştay ile yapılırdı.71’den sonra askeri yüksek mahkemeleri
kuruldu.Askerlikle ilgisi olanların eylem ve işlemlerini bu askeri yüksek
mahkemeler yürütürdü.
Devlet Güvenlik Mahkemeleri
devletin aleyhine işlemlere bakan mahkemelerdir.Askeri hakimlerde bulunur.
Değişikliklerin asıl maksadı
yargının sınırlarının artırılması,temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanması
bunların sonucu olarak da kamu huzur ve güvenliğinin korunması idi.
Milli Güvenlik Konseyi ve 1982 Anayasası’nın
Yapılması
27 Ekim
1980’de geçici anayasa düzeni hakkındaki kanun yürürlüğe kondu.Buna göre yeni
anayasa hazırlanana kadar 61 anayasası yürürlükte kalacaktı.Meclis ve CB’ ye
tanınan haklar MGK.’nindir.Ayrıca CB’ ye
tanınan tüm yetkiler MGK ve devlet başkanı sıfatına sahip olan Kenan Evren’in
olacaktır.Bülent Ulusu’nun kurduğu hükümette yürütme yetkisini kullanacaktı. Bu
konsey süresince de anayasa yargısı ve idari yargıya sınırlar konuldu.
29 Haz.
198’de yeni bir anayasa hazırlanması için kurucu meclis kanunu yürürlüğe girdi.
İki meclis var üyeler asker ve sivillerden oluşmakta idi.Kurucu meclisin
yetkisi sadece anayasa yapmak değil halk oylamasını düzene koyacak seçmen
kanununu da hazırlamak idi.Asker olanlar MGK sivil olan meclis ise danışma
meclisi denmekteydi.Bu danışma meclisi 160 kişiden meydana gelmekteydi.Bunun
120 ‘si dolaylı olarak MGK tarafından seçilenler geri kalan 40’ı ise direkt
olarak MGK tarafından seçilenlerdi.120 kişinin seçimi için 11Eyl.1980 tarihinde
hiçbir siyasi parti üyesi olmama ve yüksek okul bitirmiş olma şartları
koşulmuştu.Ayrıca her ilin kaç temsilcisi olacağı da düzene konulmuştu.Valiler
başvuruları kabul edip kişiler hakkında geçmiş araştırması yapacaklar ve ayrıca
o il için tespit edilmiş üye sayısının 3 katı kadar adayı MGK’ ye
bildireceklerdi bunları ise MGK seçecekti.Diğer 40 kişi ise doğrudan doğruya
MGK’ ye başvuracaktı.Anayasanın kabulü ve ardından seçim kanununun
hazırlanmasıyla 83’te seçimler yapıldı ve sivil yönetime geçildi.
1961 ve 1982 Anayasalarının
Benzerlikleri ve Farklılıkları :
Benzerlikleri:
-Askeri müdahale sonucunda
oldu.
-Bir kanadı askeri diğer kanadı
sivil olan kurucu meclisler tarafından yapıldı (MGK,MBK) (temsilciler meclisi
,Danışma meclisi)
-Kurucu meclislerin sivil
kanadı seçimlerle oluşmadı
-Hazırlanan anayasa halkoyuyla
yürürlüğe girdi.
-Sivil kanadın bakanlar
kurulunun oluşturulmasında ve düşürülmesinde yetkileri yoktu.
Farklar:
-61
temsilciler meclisi daha temsili nitelik taşımakta yaklaşık 1/3’ü dolaylı bir
seçimle önemli bir bölümü ise kooptasyon yani çeşitli meslek kuruluşlarının
kendi temsilcilerini seçmesiyle oluşmuştur.82 Danışma meclisinde tüm üyeler MGK
tarafından seçildi.
-Temsilciler
meclisinde anayasa yapım sürecinde partilerin de büyük etkisi oldu.Danışma
meclisinde ise partisiz bir anayasa niteliği var 11 Eyl.80 e kadar olan zamanda
partilere mensup olanlar üye olarak kabul edilmedi.
-Danışma meclisi daha fazla
bürokrasi ağırlıklı bir meclis durumundaydı.
-Temsilciler
Meclisi MBK karşısında Danışma meclisinin MGK karşısında olan durumuna göre
daha yetkili idi.temsilciler tarafından kabul edilen metin eğer MBK tarafından
kabul edilmezse ve temsilciler MBK’ nin yaptığı değişiklikleri onaylamazsa
ortak bir kurul oluşturuluyordu.ve bu metin kurucu meclis birleşik
toplantısında oylanırdı burada temsilcilerin sayısal bir çoğunluğu vardı bu da
büyük bir avantajdı.Fakat Danışma meclisinin kabul ettiği herhangi bir metin
üstünde MGK istediği değişikliği yapma yetkisine sahipti.adının da doğru olarak
ifade ettiği gibi bu meclis danışma ve bir ön çalışma meclisi idi.
-61’de anayasanın halk tarafından
onaylanmaması durumunda ne yapılacağı açıktı fakat 81-83 sisteminde bu açıklık
yoktu.
-61
anayasasında siyasi partiler kamuoyu oluşturmada aktiftiler hatta anayasanın
kabulüne karşı görüşlerini açıkça beyan edebiliyorlardı fakat 82 halk
oylamasına ilişkin MGK’ nin 70-71 sayılı
MGK kararında anayasa üzerinde tartışmalar sınırlandırılmıştı.Ayrıca
feshedilmiş olduklarından siyasi partilerin kamuoyu oluşturma gibi bir olanağı
da yoktu.
-61’in
aksine anayasanın kabulü CB seçimiyle birleştirilmiştir.Buna göre halkoylaması
tarihindeki MGK başkanı CB sıfatını alır ve anayasada belirtilen yetkilerini 7
yıl boyunca kullanır.
1982 Anayasasının Başlıca
Özellikleri
-82 anayasası 61’e göre daha
kazuistik bir yöntemle hazırlanmıştır:
Genel
nitelikte değil daha ayrıntılı hazırlanmıştır.Bu açıdan her iki anayasada
kazuist sistemle hazırlanmıştır.Bunun sebebi ise her iki anayasanın da tepki
niteliği taşımasıdır dolayısıyla daha ayrıntılı düzenlemeler mevcuttur.Bunun
diğer bir sebebi ise siyasi kültürle alakalıdır.Yaşanan siyasal sorunlara daha
legalistik çözümler bulmak gerekçesi ile bu sistem kullanılmıştır.82 anayasası
61 ‘e göre daha kazuist bir karaktere sahiptir.Her iki anayasanın başlangıç
kısımları mukayese edilirse 82’ninkinin daha uzun olduğu görülür.Ayrıca 1961
anayasasının 151 madde ve 11 geçici maddesi mevcuttu. Fakat 1982 anayasasının
177 maddesi ve 16 geçici maddesi vardır.Ayrıca 1961 anayasasının herhangi bir
maddesine tekabül eden 1982 anayasası maddesi diğerine oranla daha uzun ve
ayrıntılı tutulmuştur.
-Sadece genel ilkeleri ortaya
koyup bunların uygulanmasını kanunlara bırakma amacını güden anayasa tipine
“çerçeve anayasa “ denir.
Her iki
anayasa da çerçeve anayasa tipini benimsemeyip birçok muhtemel durumları
düzenleme isteyen kazuistik yönteme yer vermiştir.Bir anayasa kazuistik ve katı
ise o anayasa toplumun gelişmelerinin arkasında kalabilir.Çerçeve anayasa ise
devlet hayatına ilişkin içeriği olduğu için toplum gelişmesine uyan bir
karakteri olur.Bu yüzden çerçeve anayasa kazuistik’e göre daha uzun ömürlü olur
(Amerikan Anayasası)
-1982 Anayasası 1961
anayasasına göre daha “katı” bir niteliktedir.
82
anayasasından değiştirilmesi talep bile edilemeyecek hükümlerinin kapsamı
artmıştır.Ayrıca anayasa değişikliği süresine 61’de mevcut olmayan C.B.’nin
onay safhasını eklemiştir.C.B.’nin onaylamadığı anayasa değişikliğini halk
oyuna sunabilecekti.Bunlara ek olarak geçici 9 maddenin C.B.’ye tanıdığı
güçleştirici veto yetkisi de bu anayasanın 61’e göre daha katı olduğunun
kanıtlarıdır.
-1982 Anayasası bir geçiş
süreci öngörmüştür.
Bütün
anayasalarda olduğu gibi 82 anayasasında da geçici hükümler vardır.Normal
yönetime geçiş için bir süreç öngörülmüştür.83 halkoylamasıyla direk sivil
hayata geçilmemiştir.Bunun için tedricen (yavaş yavaş) bir geçiş uygun
görülmüştür.Ve böylece bir müddet daha sivil hayat denetlenmiştir. 1980-1983
arasında doğrudan doğruya askeri yönetim 1983’ten sonra ise metinlerin
öngördüğü süreyle bir geçiş süreci yaşanmıştır.M.G.K. başkanı Kenan Evren’in
C.B. olmasıyla sivil hayat denetim altında tutulabilecekti.Seçimlerde
anayasanın belirlemiş olduğu yöntemden bir kerelik sapmayla C.B.’nin doğrudan
doğruya halk tarafından seçilmiştir.Ayrıca geçici 2. maddeye göre MGK
Cumhurbaşkanlığı konseyine dönüşecek ve 6 yıl hüküm süreceklerdi bu konsey
üyeleri de vekillere tanınan dokunulmazlık hakkına sahip olacaklardır.Böylece
askeri otorite siyasi etkiye 6 yıl boyunca sahip olacaktı.Fakat yetkiler icrai
değil istişari karakterde olacaktı.Bunlara ek olarak da geçici 4. maddeye göre
11 Eylül 1980 tarihinde herhangi bir siyasi parti lideri konumunda olan kişiler
5 veya 10 yıllık siyasi yasaklı konumuna gelmiştir.Bu yasaklar 1987 de yapılan
halkoylamasıyla yürürlükten kalkmıştır.
-1982
anayasası Otorite –hürriyet dengesinde otoritenin ağırlığını arttırmıştır.
61’e tepki
olarak otoriteyi arttırmak için kişi özgürlükleri alabildiğine
artırılmıştır.1961 anayasası 11.maddesinde kişi hak ve hürriyetlerinin güvence
altına alındığı görülür.1971’de bu madde değişmiş olsa bile yine de sınırlayıcı
bir formül içermesi zordur.Fakat 1982 anayasası 13.maddesi son fıkrasında tüm
hak ve hürriyetleri sınırlayıcı bir maddedir.
-1982 anayasası devlet
yapısı içinde yürütme organını güçlendirmiştir.
Yürütmede C.B.’nin yetkileri
oldukça güçlendirildi.Ayrıca başbakanın yetkileri de 61’e göre oldukça
güçlendirildi.
-1982 anayasası karar alma
mekanizmalarındaki tıkanıklıkları giderici hükümler getirmiştir.
Karar alma
sürecinde ortaya çıkabilecek tıkanma ve kilitlenmeyi önleyebilecek ve karar
alma sürecine sürat kazandıracak hükümler içerir.70’li yıllarda hükümet
bunalımlarının sıkça olması ve parlamentonun bu hükümet bunalımlarıyla
uğraşması yüzünden memleket sorunlarını çözemiyor.1961 anayasasının 108.
maddesinde meclis seçimlerinin yenilenmesi için C.B.’ye yetki verir fakat bunun
için 18 aylık bir süre öngörür.Bu yetki 82’de caydırıcı rol oynadı.116.maddeye
göre 45 günlük bir hükümet bunalımının ardından C.B.’ye meclis seçimlerinin yenilenmesi hakkı doğar.
82-116.maddede
olduğu gibi 82-02.maddesinde de C.B. seçimleri için bir yaptırım
öngörülmüştür.61-95.maddeye göre C.B. seçimleri için ilk iki turda 3/2 çoğunluk
gerekir eğer sağlanmazsa diğer turlarda salt çoğunluk yeterlidir.Fakat salt
çoğunluk sağlanmayabilir.Bu yüzden bu hüküm 82 anayasasında değişiklik gösterdi
ayrıca zaman sınırı da kondu(30 gün).82-102.maddeye göre ilk iki oylamada 3/2 çoğunluk 3.turda salt
çoğunluk 4.turda ise 3.turda en çok oy alan iki aday arasında bu seçim olur.
1961
anayasasına göre C.B. adaylığı parlamenter sıfatı taşımayı gerektirir. Fakat dışarıdan
aday alınabiliyordu bu da kontenjan senatoyla sağlanıyordu.82 anayasasında bu
dolaylı yönteme yer verilmedi.
Meclis başkanlarının
seçimlerini düzenleyen maddelerde C.B. seçimlerininki gibiydi. 82-94. madde ve
61-84.madde.
Bunlara ek olarak partilerin
grup kurma sayılarını düzenleyen maddeler de değişti.(82-95.mad. 61-85.mad.)
Gene 61 anayasasına göre Anayasa mahkemesine
millet meclisince 3 cumhuriyet senatosunca 2 üyenin seçilmesi gerektiği halde
bu seçimlerde aranan üye tamsayısının salt çoğunluğu şartı her zaman
bulunamaması nedeniyle seçimler mümkün olamamış ya da uzun sürmüştür.82
anayasası bu usulün kaldırılmasını sağlamıştır.
82 anayasası
yasama sürecini uzatıcı ve kanunların yapılmasını güçleştirici nitelik taşıyan
iki meclis sistemine son vererek cumhuriyet senatosunu kaldırmış böylece yasama
süreci süratlenmiş ve basitleşmişti.
Parlamenter
sisteme işlerlik kazandırma gereksiz tıkanma ve bunalımları önleme amacını
güden bu tür kurum ve kurallara literatürde “rasyonelleştirilmiş parlamentarizm”
denir.Bu anlamda 82 anayasası rasyonel parlamentarizm yönünde bir eğilim
gösterdiği öne sürülebilir.
-1982
Anayasası 1961 Anayasasına Oranla Daha Az katılmacı bir demokrasi modelini
benimsemiştir.
Çok partili
hayata geçişten sonra klasik liberal demokrasi bağlamı içinde başlıca iki
demokrasi anlayışı etkili olmuştur.Birinci anlayış daha az katılmacı ve
çoğulculuk taraftarıdır.Buna göre halkın esas rolü belirli zamanlarla kendisini
yönetecek olanları seçmekten ibarettir.Milli irade bu şekilde belirdikten sonra
devlet seçilmiş organlar tarafından yönetilmeli ve halk ya da çeşitli grupların
etkisinde kalmamalıdır.Diğer görüş ise halkın siyasete aktif şekilde
katılmasına taraftardır.
1961
anayasası bu ikinci görüşe 1982 anayasası ise birinci görüşe uygun düşer.Yani
82 anayasası katılmacı demokrasi anlayışını benimsemiş ve belli ölçüde
depolitizasyonu amaçlamıştır.Bu amaç anayasanın çeşitli hükümlerine
yansımıştır.Bunlar:
a)Siyasi
Partilerin teşkilatlanması üzerine yasaklar
b)Siyasi
partilerin tüzel kişilerle olan ilişkileri üzerine yasaklar.
c)Siyasi
amaçlı direnişler üzerine yasaklar.
d)Dernekler
üzerine yasaklar.
e)Dernek
gösteri yürüyüş ve toplantıları üzerine yasaklar
f)Kamu
kurumları üzerine yasaklar
e)Son olarak
da TBMM seçim dönemi 5 yıla çıkmış ve en fazla bir ara seçim yapılabileceği
esası konmuştur.
Sivil toplum
kuruluşlarının siyasi partilerle işbirliğinde bulunmalarını ve siyasi faaliyete
girmelerini yasaklayan bu hükümlerin hemen tümü 1995’teki anayasa değişikliği
ile kaldırılmıştır.
Hukuka
Uygunluk Denetimi:Kendinden önceki normlara uygun olup olmadığının denetimi
Yerindelik
Denetimi:Normu yürürlüğe koyan organın takdir yetkisinin denetlenmesi
Devletin Temel Nitelikleri
I)Cumhuriyetçilik:
(1921 anayasasındaki 1923 değişiklikleri ile anayasaya girdi).
Devlet şekli
olarak Cumhuriyet egemenliğin kişi ya da zümreye değil toplumun tümüne ait olan
bir devleti ifade eder.Egemenliğe göre hareket edilir.Devlet organları seçimle
belirlenir.
Hükümet
şekli olarak başta devlet başkanı olmak üzere temel organların seçim ilkesi ile
kurulmuş olduğu oluşumunda veraset ilkesinin olmadığı bir hükümet sistemidir.
Cumhuriyet
ile monarşinin arasındaki temel fark
cumhuriyetin “vatandaşlık” monarşinin ise “uyrukluk(tabiyet)”
kavramlarına dayanmasıdır.Monarşide monarkın şahsı kutsal ve
sorumsuzdur.Cumhuriyet ise toplumun ortak iradelerinin ürünüdür.Herkes
eşittir.Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde
eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır.
II)Başlangıç
İlkeleri,toplumun huzuru,milli dayanışma ve adalet:
Her iki
anayasada da “Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten başlangıç
kısmı”nı anayasa metnine dahil saymıştır.Uygulanabilir hukuk normları çıkarmak
kolay değildir fakat normların uygulanması açısından katkısı söz konusu
olabilir.
Anayasa
mahkemesi anayasaya uygunluk denetimi yaparken başlangıç ifadelerini destek
ölçü norm olarak kullanır.Esas ölçü norm olarak da bu ilkelerin maddelerdeki
somut haklini kullanması gerekir.AY.mahk. 1961 anayasası döneminde hiçbir
başlangıç ilkesini destek ölçü norm olarak kullanmadığı halde 1982 anayasası
döneminde birçok kararın gerekçesi başlangıca dayandırılır.Bunun yapılmasının
bir yerindelik denetimi olarak algılayabiliriz.
III)Atatürk
Milliyetçiliğine Bağlılık:
1982
anayasasının seleflerinde başka kavramlar vardır.1924 anayasasında 1937’de
yapılan değişikliklerle yer verilen kavram milliyetçilik.1961 anayasasında ise
milli devlet kavramı görülür.1982 anayasasında ise Atatürk milliyetçiliğine
bağlılık kavramı vardır.Bunların sebebi bu hükmün yanlış yorumlanmasına mahal
vermemektir.
Atatürk
milliyetçiliği akılcı çağdaş,medeni ileriye dönük demokratik toplayıcı insani
barışçıdır.Bu milliyetçilik milliyetçiliği reddeden akımlara karşı olduğu gibi
ırkçılığa ve şovenizme de karşıdır.
1961
anayasasında milliyetçilik denmesinin sebebi demokrasi mekanizmaları
kullanılarak totaliter rejim kurulmasını engellemek.
IV)Laiklik:
İki unsurla
açıklanır:
-Din
hürriyeti:Din hürriyeti vicdan ve ibadet hürriyetinden oluşur.Herkes dilediği
dini seçmekte özgürdür.Ya da hiçbir dini seçmeyebilir.Bu hak mutlak bir
hürriyettir.Bu hak kişiye negatif statü hakkı tanır.(Nüfus cüzdanlarında din
belirtilmesi 24.maddeye açıkça aykırıdır.)İbadet hürriyeti ise kişinin inandığı
dinin gerektirdiği ibadetleri,ayin ve törenleri serbestçe yapabilmesidir.
Laik bir
devletin açıkça ya da zımnen bir dini olamaz.Laikliğin bir diğer unsuru ise
çeşitli dinlerin mensupları arasında kanun önünde ayrılık yapmaması hepsine
eşit işlem yapmasıdır.
Laik bir
devlette din kurumları devlet fonksiyonlarına giremeyeceği gibi devlet
kurumları da din fonksiyonlarını ifa edemez.
Diyanet
İşlerinin Kurulma Sebepleri:
-Camilerin
özerkliğe sahip olmaması
-İslam’ın
ihtiyaçları yüzünden din adamlarının belli bir statüye sahip olmaları ve bu
insanların devlete karşı ayaklanmamaları için.
Din
Hürriyeti: (1) Vicdan Hürriyeti: (mutlak) Herkesin dilediği dini
Veya hiçbir dini benimsememesi
(AY.mad.24 1/3)
(2) İbadet Hürriyeti: (sınırlı) Kişinin
inandığı dinin
gerektirdiği ibadet ayin ve
törenleri serbestçe yapabilmesidir.
Din Ve Devlet İşlerinin
Ayrılığı:
(1)Resmi bir devletin dinin olmaması
(2)Devletin bütün din mensuplarına eşit davranması.
(3)Din kurumları ile devlet kurumlarının ayrı olması.
(4)Devlet
yönetiminin din kurallarından etkilenmemesi.
a)Devlet yönetiminin din
kurallarına uygun olma
şartının aranmaması.
b)Devlet yönetiminde
din kurallarından
esinlenilmemesi.
-Devlet Yönetiminde Din
kurallarından Etkilenilmemesi:
1876 Kanun-i
Esasi’ye göre padişahın görevlerinden biri ahkam-ı şeri’i’nin uygulanmasıdır.Meclis-i Ayanın görevlerinden
biri meclis-i mebusan tarafından kabul
edilen kanunların İslam’a uygun olarak denetlenmesidir. Laiklikte hukuk
kuralları ve devlet işlemleri herhangi bir dinin kurallarına uygunluğu
denetlenmez ve hukuk kurallarında din esaslarından esinlenilmez buna göre
hareket edilmez.
V)
Demokratik Devlet:
1961
anayasasında “İnsan haklarına saygılı devlet” ibaresi yerine 1982 anayasasında
“insan haklarına saygılı” ibaresi gelmiştir.Kimi yazarlara göre dayanan ibaresi daha kuvvetli saygılı ise her
zaman kısıtlanabilir anlamı içeriyordu.Lafzen bakıldığında 1.’de vurgu var
fakat öz itibariyle ve hukuki olarak ikisi de
aynı ve insan haklarını temel alan özelliğe dayanır.
İnsan
haklarına saygılı demokratik devlet ;liberal hürriyetçi batıcı demokrasi denen
kavramlardır.
Unsurları:
-Başlıca
karar organlarının genel oya dayanması
-Bu
organları belirlemek üzere yapılan seçimlerde en az 2 alternatif olması.
-Anayasada
temel hak ve hürriyetlere geniş olarak yer verilmesi ve devlet otoritesinin
temel haklar karşısında sınırlandırılmış olması.
-Başlıca
Karar Organlarının Genel Oya Dayanması:
Devlet
otoritesinin kaynağının dünyevi esaslara dayanması yahut egemenlik yetkisinin
millete ait olduğuna hükmeden anayasa hükmünün benimsenmesi.Bu kavram Fransız
ihtilali ile doğar.Fakat uzun süre millet direkt olarak siyasete egemen olmadı
ve seçim yapamadı.Başlıca organların seçimi bir zümre tarafından yapıldı.Bunun
sebebi ise millet kavramı ile halk kavramının farklı olması.Millet geçmişi ve
geleceği kucaklayan bir tüzel kişi.Milli menfaati en iyi şekilde
değerlendirebilecek olan seçkin sınıftı.Dolayısıyla 18.yy. klasik anlayışına
göre milletle halk örtüşmezdi.
Türk pozitif
hukukunda ise egemenlik yetkisinin halkın olması hükmü ilk defa 1921
anayasasında yer aldı böylece gelenekselden moderne geçiş yaşanmıştır.Saltanat
ise fiilen kalkmıştır.
1924
anayasasında 21’de olduğu gibi egemenliğin millete ait olduğu ve bu yetkiyi
TBMM’nin kullanacağı belirtilmişti.61-4’e göre
egemenlik yetkisi Türk Milleti adına (yasama yürütme yargı) bütün
anayasal organlar eşit derecede yetkili kılınmıştır.Tüm bu organlar yetkilerini
kullanırken anayasaya riayet etmelidir.24’e göre asıl üstün olan TBMM’dir
(yasama)
Genel Oy
İlkesi:Herkesin seçimlere katılabilmesi ilkesidir.Sınırlı oy tedricen
ortadan kalkmıştır.1.ve 2.meşrutiyet zamanlarında oy hakkı sadece belli serveti
olan Osmanlı erkeklerine tanındı.1934’den itibaren de kadınlara da seçme ve
seçilme hakkı tanındı.1982 anayasasının ilk metninde oy verme hakkı 21 yaş
idi.1987’deki anayasa değişiklikleri ile bu sınır 20 yaşa 1995’te ise 18 yaşa
indirildi.Bir kişinin oy verebilmesi için seçmen kütüğüne kayıtlı olması
gerekir.
Eşit Oy
İlkesi:Herkesin tek oy hakkına sahip olmasıdır.Önceden aile reislerine
servet düzeylerine göre birden fazla oy hakkı tanınmıştır.Fakat şu anda böyle
bir uygulama kalmamıştır.
Seçimlerin
Serbestliği:Seçmenlerin baskı ya da
dayatma altında olmadan kendi hür iradeleri ile seçim yapmalarıdır.Yapılan
değişikliklerle bu seçim ödev haline gelmiş ve kullanılmaması halinde
yaptırımları kanunda düzenlenmiştir.
Oy
Gizliliği:Bireylerin tek başlarına oy kullanabilecekleri bir ortam
hazırlanması.
Açık
sayım-döküm:Oy kullanımı tamamlanınca sandıkların kamuoyu huzurunda açılıp
sayılmasıdır.Bu ilke seçim sonuçlarına hile ve yolsuzluluğun karışmasını
önlemek içindir.
Seçimlerin
tek dereceli olması:Seçmenlerin doğrudan doğruya kendi temsilcilerini
seçmeleridir.1946’dan beri tek dereceli seçim sistemi uygulanmaktadır.
Seçimlerin
yargı organlarının denetiminde yapılması: Anayasanın 79.maddesine
göre seçimlerin yargı organlarının genel yönetimi ve denetimine
bırakılmıştır.Böylece seçimlere hile ve yolsuzluk karışması engellenmiştir.1961
anayasasından önce milletvekillerinin seçim tutanaklarını kabul etme görevi
TBMM’ye aitti.Dolayısıyla bu tutanakların kabul veya reddinde siyasal düşünce
önemli rol oynuyordu.1961 ve 1982 anayasalarında ise seçimlerin yönetim ve
denetimi tarafsız yargı organlarına bırakılmıştır böylece seçimlerin dürüstlüğü
güvence altına alınmıştır.
Çok
Partili Siyasal Hayat:
Seçim
serbestliğinin gerçek bir anlam taşıması seçmenlerin çeşitli alternatifler
arasından serbest bir seçim yapabilmelerine bağlıdır.Çağdaş demokratik devlette
bu alternatifler ,siyasal partiler tarafından oluşturulur.Modern demokrasi
partiler demokrasisidir.Seçmen partiler tarafından kendisine sunulan alternatif
siyasal programlar arasından bir seçme yapma imkanını bulur ve oy verdiği parti
iktidara geldiği takdirde söz konusu programın uygulanacağına güvenebilir.Partisiz
bir toplumda ise buna imkan yoktur.Böyle bir toplumda seçme hürriyetinin
varolabileceği bir an için farz edilse bile seçmen seçtiği temsilcilerin
çeşitli kamusal politika sorunları karşısında nasıl bir tutum takınacağını
önceden bilemez.
Anayasa bu
gerçeği madde 68/2’de belirtmiştir.82 anayasası ilk başta parti üyesi olabilme
yaşını 21 de tutarken 95’te yapılan değişikliklerle bunu 18’e indirgemiştir.
Partilerin
serbestçe faaliyette bulunmaları kural iken bu istisnasız olarak kabul
edilmemiş ve çeşitli sınırlamalar getirilmiştir.
a)Siyasal
Partilerin Amaçlarına İlişkin Yasaklar:Bu yasaklar anayasanın değiştirilmiş
68.maddesinde belirtilmiştir.Aynı şekilde 61 anayasasının 57.maddesinde de
yasaklar söz konusu idi.Görülüyor ki 61 ve 82 anayasaları siyasal parti
faaliyetleri konusunda Alman Anayasasından mülhem olarak siyasal alanı anayasa
ile sınırlandırmış, başka bir deyimle “militan anayasa” ya da “mücadeleci
anayasa” anlayışını benimsemiştir.Bu anlayışın özü amacı hürriyetçi demokrasiyi
ortadan kaldırmak olan akımlara meşru siyasi faaliyet alanını kapatmaktır.
1982
anayasasının değişik 68 maddesindeki yasaklar daha detaylı incelenirse siyasal parti faaliyetleri açısından şu
sınırlamaları getirdiği anlaşılır:
aa)Devletin
ülkesi ve milleti ile bütünlüğü:Devletin ülkesi ile bölünmezliği devletin dış
bağımsızlığının ve ülke bütünlüğünün korunması unsurlarını içerir.Mesela
Türkiye Cumhuriyetinin dışa karşı bağımsızlığının ortadan kaldırılmasını veya
ülkemizin bir bölümünün T.C.’den ayrılmasını savunan bir parti temelli
kapatılır.Diğer bir deyimle bu hüküm her türlü ayrılıkçı akımın bir parti
halinde örgütlenmesini yasaklamaktadır.
Devletin
milleti ile bölünmezliği ilkesi de azınlık yaratılmasının önlenmesi bölgecilik
ve ırkçılık yasağı ve eşitlik ilkesinin korunması hususlarını kapsamaktadır.
bb)Cumhuriyet
İlkesi:Bu ilke monarşik partileri yasaklamaktadır.
cc)Demokratik
Devlet Düzeni:AY.madde 68’de yer alan insan hakları millet egemenliği ve
demokratik devlet ilkeleri insan haklarına dayanan hürriyetçi çok partili
demokrasiyi reddeden ve diktacı partileri yasaklamaktadır.
dd)Laiklik:Siyasi
partiler devletin sosyal ekonomik siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de
olsa din kurallarına dayandırma amacını güdemezler.Siyasal çıkar ya da nüfus
sağlamak amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut
dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamazlar.
ee)Sınıf
veya Zümre diktatörlüğünün yasaklanması:Siyasi partiler sınıf veya zümre
diktatörlüğünü veya herhangi bir diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi
amaçlayamazlar.Sınıf egemenliği ülke içindeki tek üstün gücün tek bir sınıfın
elinde toplanmasını ve bütün diğer sınıfların egemenliğin kullanılmasından
dışlanması demektir.
b) Siyasal
Partilerin örgütlenme ve çalışmalarına ilişkin yasaklar:
aa)Hakimler
ve savcılar Sayıştay dahil yüksek yargı organları mensupları kamu kurum ve
kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet bakımından
işçi niteliği taşımayan diğer kamu
görevlileri Silahlı Kuvvetler mensupları ile yüksek öğretim öncesi öğrencileri
siyasi partilere üye olamazlar.
bb)Siyasi
partilerin faaliyetleri parti içi düzenlemeleri ve çalışmaları demokrasi
ilkelerine uygun olur.Bu ilkelerin uygulanması kanunla düzenlenir.
cc)Siyasi
partiler ticari faaliyetlere girişemezler.
dd)Siyasi
partilerin gelir ve giderleri amaçlarına uygun olması gerekir bu kuralın
uygulanması kanunla düzenlenir.Denetim Anayasa Mahkemesi’nce yapılır.Bu görev
yerine getirilirken Sayıştay’dan yardım sağlar.Denetim sonunda verilen karar
kesindir.
ee)Temelli
kapatılan parti bir başka ad altında kurulamaz.
ff)Bir
siyasi partinin temelli kapatılmasına beyan veya faaliyetleriyle sebep olan
kurucuları dahil üyeleri AY.Mahk. temelli kapatmaya ilişkin kesin kararının
R.G.’de gerekçeli olarak yayınlanmasından başlayarak 5 yıl süre ile başka bir
partinin kurucusu,üyesi,yöneticisi veya denetleyicisi olamazlar.
gg)Yabancı
devletlerden uluslararası kuruluşlardan ve Türk uyruğunda olmayan gerçek ve
tüzel kişilerden maddi yardım alan siyasi partiler temelli kapatılır.
1995’te
yapılan anayasa değişiklikleri ile siyasi partilerin örgütlenme ve
çalışmalarına ilişkin yasaklar oldukça hafifletilmiştir.Kaldırılan yasaklar:
-Siyasi
partilerin yurtdışında teşkilatlanıp
faaliyette bulunmaları
-Kadın,gençlik
kolu ve benzeri yan kuruluşlar meydana getirmeleri
-Vakıf
kurmaları
-Kendi
siyasetlerini yürütmek ve güçlendirmek için dernek,sendika vakıf kooperatif ve
kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları ile
siyasi işbirliği ve ilişki içinde bulunmaları ve bunlardan maddi yardım
almaları dır.
hh)
Kapatılmış siyasi partilerin isimleri amblemleri rumuzları rozetleri ve benzeri
işaretleri ile daha önce kurulmuş Türk Devletlerine ait topluma mal olmuş
bayrak amblem ve flamalar siyasi partilerce kullanılamaz.Ayrıca siyasi partiler
daha önce kapatılan siyasi partilerin devamı olduklarını da beyan edemez ve
böyle bir iddiada bulunamazlar.Komünist anarşist faşist teokratik nasyonal
sosyalist din dil ırk mezhep ve bölge adlarıyla veya aynı anlama gelen adlarla
siyasi parti kurulamaz veya parti adında bu kelimeler kullanılamaz.
ii)Siyasi
partiler Anayasanın başlangıç kısmında yazılı sebeplerle Türk Silahlı
Kuvvetlerinin milletin çağrısıyla gerçekleştirdiği 12 Eylül 1980 harekatına ve
Milli Güvenlik konseyinin karar ve icraatına karşı bir tutum beyan ve
davranışta bulunamazlar.
Bu yasak
hükümlerinden bazıları siyasi partilerin serbestçe faaliyette bulunmalarına
ciddi engeller çıkarabilecek niteliktedir.Yasaların çokluğu anayasa koyucuda
siyasi partilere karşı açık bir güvensizliği yansıtmaktadır.Bu güvensizliği
siyasi partileri demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsuru sayan Anayasa
İlkesi ile bağdaşmamaktadır.
c)Siyasal
Partilerin Kapatılması:
Anayasaya göre siyasi partilerin
kapatılması Cumhuriyet Başsavcısının açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesince
kesin olarak karara bağlanır.Bununla siyasi partilerin kapatılması herhangi bir
mahkemeye değil Anayasanın üstünlüğünün koruyucusu ve teminatı olan bir yüksek
yargı organına verilmiştir.Cumhuriyet Başsavcılığı siyasal parti kapatılması
davasını ya re’sen veya Bakanlar Kurulu kararı üzerine Adalet Bakanının
istemiyle yahut bir başka siyasal partinin istemi üzerine açar.Cumhuriyet
Başsavcılığı yeterli delil bulunamadığı kanısına varırsa dava açmaz.Bunun
üzerine Adalet Bakanının veya siyasal partinin
yazılı itiraz hakkı vardır.İtiraz haklı görülmezse dava açılmaz;haklı
görülürse Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasa Mahkemesine dava açmakla yükümlüdür.Anayasa
68.maddenin 4.fıkrasındaki yasakların,doğrudan doğruya parti tüzüğü veya
programı gibi parti tüzel kişiliğini bağlayıcı bir belgeyle ihlal
etmesiyle,diğer yollardan (Mesela bireysel üyelerin faaliyetleri yoluyla) ihlal
edilmesi durumları arasında bir ayrım yapmıştır.İkinci durumda partinin
kapatılabilmesine karar verilebilmesi için bu eylemlerin bireysel eylemlerden
ibaret kalmaması ve partinin bu nitelikteki eylemlerin işlendiği bir “odak
haline geldiğinin” tespit edilmesi gerekir.Bireysel parti üyelerinin parti
yasaklarına aykırı fiil ve konuşmalarından dolayı parti kapatma yolunun
harekete geçirebilmesi için ilkin kişilerin bu eylemlerden dolayı hüküm
giymeleri,daha sonra Cumhuriyet Başsavcılığının ilgili kişilerin partiden kesin
olarak çıkarılmalarını istemesi ve siyasal partinin en geç otuz gün içinde bu
istemi yerine getirmemesi gerekiyordu.T.C.K.’nun 141,142.163.maddelerinin 91
yılında yürürlükten kaldırılması nedeniyle parti üyelerinin 103.maddenin
1.fıkrasındaki yasaklara aykırı eylemleri suç olmaktan çıkarılmıştır.Böylece söz
konusu partinin eylemlerin işlendiği bir mihrak haline gelmesinin saptanmasında
önemli rol oynayan 103.mad 2.fıkrası geçerliliğini kaybetmiştir.
Siyasi
partiler kanununda yapılan deşiklikle 103.madde Anaysa Mahkemesinin kararı
ışığında yeniden düzenlenmiştir.Buna göre bir siyasi partinin anayasanın 68./4
fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerin odak halini oluşturup oluşturmadığı
Anayasa Mahkemesince belirlenir.
d)
Siyasal Partilere Devlet Yardımı:
Siyasal
partiler sivil toplumla devlet arasında köprü oluşturan bu nitelikleri
itibariyle de bazı açılardan özel hukuk tüzel kişilerine bazı açılardan da kamu
hukuku tüzel kişilerine benzeyen kendilerine özgür kuruluşlardır.Siyasal
partilere devlet yardımı 1961 anayasasının ilk metninde yer almamakla birlikte
1971’de yapılan anayasa değişiklikleri ile Anayasanın 56.maddesinin son
fıkrasına eklenmiştir.1982 anayasası siyasal partilere devlet yardımından
bahsetmemiştir.1984’de bu hüküm getirildi daha sonra 1987 ve 1988 yıllarında
değişiklikler yapıldı.Bu son iki değişiklik partiler arasında eşitsizlik
yarattığı gerekçesi ile iptal davası konusu olmuş ancak Anayasa Mahkemesi bu
istemi yerinde bulmamıştır.İptal istemine konu olan kanuni düzenlemelerin
devlet yardımını tüm partilere eşit olarak dağıtmayıp ,sadece bir kısım
partileri (milletvekili seçimlerinde %19 barajını aşmış partilerle bu barajı
aşmamış olmakla birlikte milletvekili genel seçimlerinde toplam geçerli oyların
%7’sinden fazlasını almış bulunan partiler) yararlandırmasını Anayasadaki
eşitlik ilkesine aykırı olduğu iddiasını da Anayasa mahkemesi yerinde
bulmamıştır.
Anayasada
1995’de gerçekleştirilen değişiklikle siyasi partilere devlet yardımı konusunda
şu hüküm kabul edilmiştir.”Siyasal partilere devlet yeteri düzeyde ve hakça
yardım yapar:Partilere yapılacak yardımın alacakları üye aidatının ve
bağışların tabi olduğu esaslar kanunla düzenlenir.”
VI)İnsan
Haklarına Saygılı Devlet
1-!982
Anayasasının temel haklar konusundaki yaklaşımı:
1961
anayasasının “insan haklarına dayalı” deyiminin yerine 1982 anayasası “insan
haklarına saygılı” deyimini kullanmıştır.Bu iki deyim arasında bir anlatım
farkı ötesinde temel bir anlam ve yaklaşım farkı olduğunu savunmak güçtür.
1982
anayasasının 12.maddesi 1961 anayasasının 10.maddesindeki formülü benimseyerek
“herkes kişiliğine bağlı dokunulmaz devredilemez temel hak ve hürriyetler
sahiptir demektedir.Ancak aynı maddenin 2.fıkrası temel hak ve hürriyetlerin
kişinin topluma ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da
ihtiva ettiğini belirtmektedir.Öte yandan 1982 anayasası 1961 anayasasına
paralel olarak hem devlete karşı ileri sürülebilecek ve korunacak temel hak ve
hürriyetler anlayışına hem modern sosyal devletin “hürleştirme “ anlayışına yer
vermiştir.1982 anayasasının 5.maddesi 61 anayasasının 10.maddesinin
2.fıkrasındaki hükme tekabül etmektedir.1982 anayasasının 1961 anayasasına
oranla bireyin temel hak ve hürriyetlerine devlet otoritesi karşısında daha
güçsüz bir konum verdiği kuşkusuz olmakla birlikte ilk bakışta paradoksal
olarak 1982 anayasasının temel hak ve
hürriyetlerle ilgili maddelerinin yazımında Türkiye’nin taraf olduğu milletler
arası insan hakları sözleşmeleri ve özellikle Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi
ile uyum ve paralellik sağlanmasına daha büyük çaba gösterilmiş olduğu göze
çarpmaktadır.
2-Temel Hak
ve Hürriyetlerin Sınırlanması:
1982
Anayasasının temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması konusunda kabul ettiği
temel kural (mad.13) bazı noktalardan 1961 anayasasının benimsediği sisteme
(mad.11) benzemekte bazı noktalardan ise ondan ayrılmaktadır.Benzer unsurlar
sınırlamanın “Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olması” ve “kanunla”
yapılmasıdır.1961 anayasası genel olarak her temel hak ve hürriyetin hangi
sebeplerle sınırlanabileceğini o hürriyetle ilgili maddede belirtilmiş fakat
bunun yanında 11.maddenin 2.fıkrasında “kanun; kamu yararı, genel ahlak, kamu
düzeni ,sosyal adalet ve milli güvenlik gibi sebeplerle de olsa bir hakkın ve
hürriyetin özüne dokunamaz”hükmüne yer vermiştir.Konunun pratik önemi daha çok
düşünce hürriyeti gibi Anayasanın ilgili maddelerinde hiçbir özel sınırlama
sebebinden söz edilmemiş bulunan hürriyetlerden kaynaklanmıştır.Gerçekten
11.maddenin 2.fıkrası genel bir sınırlama hükmü ise anılan hürriyetler bu
fıkradaki sebeplerle sınırlanabilecek aksi halde hiçbir şekilde
sınırlanamayacaktır.
1982
anayasasının 13.maddesindeki düzenleme bu tartışmaya kesin olarak son verme
amacını güder görünmektedir.Görülüyor ki maddenin son fıkrası genel sınırlama
sebeplerinin temel hak ve hürriyetlerin tümü için geçerli olduğunu ifade
eder.Danışma meclisinin Anayasa tasarısında temel hak ve hürriyetler kısmına
ilişkin genel gerekçesine göre “temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasına
ilişkin sebeplerin bir grubu genel nitelikte yani tüm hak ve hürriyetler için
geçerli diğer bir grubu ise özel nitelikte yani o hak ve hürriyete ait hükümde
yer almaktadır.Eğer böyle bir hüküm yoksa sınırlama genel sebeplere göre
yapılır.
Böylece 1982
anayasası 1961 anayasasının hürriyetlerin sınırlandırılması konusunda kabul
ettiği “kademeli sistem” den uzaklaşmıştır.Bunun sonucu olarak her temel hak ve
hürriyet kendisine özgü niteliğine ve özelliklerine bakılmaksızın 13.maddede
gösterilen sebeplerden biri veya birkaçı ile sınırlandırılabilecektir.Bir temel
hak ve hürriyetin doğrudan doğruya anayasa tarafından öngörülen sınırları ayrı
bir konudur.Bunlar hakkın tanımında yer alır ve onun anayasal sınırlarını
oluşturur.Diğer bir deyimle anayasa hakkı sadece o sınırlar içinde
tanımıştır.Mesela toplantı ve gösteri yürüyüş hakkı sadece onun “silahsız ve
saldırısız” olması halinde mevcuttur.
1961 ve 1982
anayasalarının hürriyetlerin sınırlanması konusunda en önemli farkı aslında
kanunla sınırlama sebeplerinin arttırılmış veya görülebileceği gibi hakkın özü
kriterinin yerine “demokratik toplum düzeninin gerekleri” kriterine geçilmiş
olmasından çok doğrudan doğruya Anayasadan kaynaklanan bu tür sınırlamaların
1961 anayasası ile kıyaslanamayacak kadar çok olmasıdır.Nihayet belirtmek
gerekir ki her hak ve hürriyetin Anayasada belirtilmemiş olsa dahi o hürriyetin
niteliğinden doğan başka bir deyimle “eşyanın tabiatında mevcut” olan “objektif
sınırları vardır.
3-Sınırlamanın
Sınırları:
Anayasamız
temel hak ve hürriyetlerin ancak Anayasada belirtilen şartlarla
sınırlanabileceğini öngörmüş böylece sınırlamanın da bazı sınırlarını kabul
etmiştir.
a)Sınırlama ancak “kanunla”
yapılabilir.Bu idarenin düzenleyici işlemleri ile hürriyetlerin hiçbir şekilde
sınırlandırılamayacağı anlamına da gelmez.
b)Sınırlama
anayasasının “sözüne ve ruhuna uygun olarak yapılır.Bu şart özellikle
Anayasanın temel hak ve hürriyetler için “ek güvenceler” belirtmiş olması
durumunda önem kazanmaktadır.Gerçekten anayasa birçok hallerde sadece bir hak
ve hürriyeti tanımakla yetinmemiş;aynı zamanda kanun koyucunun ,o hak veya
hürriyeti düzenlerken yapamayacağı hususları da belirtmiştir.Bunlar kanun
koyucuya yönelik yasaklama hükümleridir.Anayasadaki ek güvencelere aykırı bir
kanuni düzenleme elbette mümkün değildir.Ayrıca sınırlamanın anayasanın sadece
sözüne değil ruhuna yani anayasanın bütününe ve ondan çıkan temel anlama da
aykırı olmaması gerekir.
c)Kanuni sınırlama ancak Anayasanın
13.maddesinde gösterilmiş bulunan genel sınırlama sebeplerine ve ilgili maddede
o hürriyet için öngörülmüş olan özel sınırlama sebeplerine
dayandırılabilir.Anayasanın herhangi bir sınırlama sebebinden söz etmeksizin
sadece “kanunla sınırlanabilir” veya “kanunla düzenlenebilir” deyimlerini
kullandığı durumlarda,kanun koyucu sınırlamayı ancak genel sebeplere
dayandırarak yapabilir.Sınırlamanın sebebe bağlı olması ,bu gene veya özel
sınırlamaların öngörüldükleri amaç dışında kullanılmamalarını da
gerektirir.Mesela kamu düzenini korumak amacıyla getirilmiş olan bir sınırlama
genel sağlığın korunması amacıyla kullanılamaz.
d)Ölçülülük İlkesi:Bu ilke
sınırlamada başvurulan aracın sınırlama amacını gerçekleştirmeye elverişli
olmasını bu aracın sınırlama amacı açısından gerekli olmasını ve araçla amacın
ölçüsüz bir oran içinde bulunmamasını ifade eder.Ne 1961 anayasasının
11.maddesinde ne de 1982 anayasasının 13.maddesinde bu ilkeye
rastlanmaktadır.Bununla birlikte 1982 anayasasının temel hak ve hürriyetlerinin
kullanılmasının durdurulmasını düzenleyen 15.maddesinde böyle bir kriter bu
yoruma varılabilir.Olağanüstü durumlarda bile temel hak ve hürriyetlerin
kullanılmasının tamamen veya kısmen durdurulmasına ancak “durumun gerektirdiği
ölçüde” izin verildiğine göre bunun normal zamanlarda evleviyetle geçerli
olması gerekir.AY.Mahkemesi de 1961 anayasası döneminde aldığı bazı kararlarda
adını tam olarak koymasa da ölçülülük kriterine dayanmıştır.1982 Anayasası
döneminde AY.mahkemesi ölçülülük kriterini daha sık kullanmıştır.
e)Hakkın özü ve demokratik toplum
düzeninin gerekleri:Temel hak ve hürriyetlerin özünün ne olduğunu diğer bir
deyimle onun içeriği bütün hürriyetler için genel olarak tanımlamak mümkün
değildir.Ancak genel düzeyde şunu söylemek mümkündür ki bir hak veya hürriyetin
özü,onun vazgeçilmez unsuru,dokunulduğu takdirde söz konusu hürriyeti anlamsız
kılacak asli çekirdeğidir.1982 anayasası hakkın özü kavramına yer vermeyerek
onun yerine “demokratik toplum düzeninin gerekleri” kriterini kabul
etmişti.Getirilen bu kıstas 1961 anayasasının kabul ettiği öze dokunmama
kıstasından daha belirgin,uygulanması daha kolay olan bir kıstastır.Esasen
uluslararası sözleşmeler ve bildiriler de bu kıstası kabul etmiştir.
4-Temel Hak
ve Hürriyetlerin Kötüye Kullanılmaması:
Temel hak ve
hürriyetlerin kötüye kullanılmaması ile ilgili bir hüküm 1961 anayasasının ilk
metninde mevcut değildi.Bu anayasada 1971 yılında yapılan değişikliklerle 11.maddeye
3.ve 4.fıkralar eklenmiştir.1982 anayasası ise temel hak ve hürriyetlerin
kötüye kullanılmamasını ayrı bir hükümle düzenlemiştir.Aslında 1971 anayasa
değişikliği ve 1982 anayasası ile bu konuda açık bir hüküm getirilmesi;temel
hak ve hürriyetlerin sınırlanmadıkları takdirde mutlak ve sınırsız olacakları
gibi bir yanılgıdan kaynaklanmaktadır. Oysa belirtildiği gibi hak ve
hürriyetlerin kendi niteliklerinden tabiatlarından doğan “objektif sınırları
vardır.Mesela anayasa toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin silahsız ve saldırısız
olmasını belirtmiş olmasa dahi hiç kimse bu hakkın silahlı ve saldırılı
yürüyüşleri yapmayı kapsadığını ileri süremezdi.
5-Temel Hak
ve Hürriyetlerin Kullanılmasının Durdurulması:
1961
anayasasının temel hak ve ödevlere ilişkin ikinci kısmında temel hak ve
hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması ile ilgili bir hüküm yoktu.Buna
karşılık 124.maddede sıkıyönetim ve savaş hallerinde hükümlerin nasıl
uygulanacağı belirtilmişti.Bu dönemde AY mahkemesi sıkıyönetim halini Anayasanın
11.maddesinde ve temel haklara ilişkin özel maddelerinde gösterilen hürriyeti
sınırlama sebeplerinin dışında ve ötesinde onlardan bağımsız bir sınırlama
sebebi olarak görmüştür.1982 anayasası temel hak ve hürriyetlerin
kullanılmasının durdurulmasının konusunu Temel haklar ve ödevler başlıklı
ikinci kısmında 15.maddede düzenlemiştir.Ancak bu düzenlemenin 1961
anayasasının değişik 124.maddesinin yorumundan çıkan duruma oranla
hürriyetlerin korunması açısından 3 üstünlüğü vardır.Biri ölçülülük ilkesinin
açıkça benimsenmiş olmasıdır.Buna göre savaş seferberlik sıkıyönetim veya
olağanüstü hallerde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması ancak “durumun
gerektirdiği ölçüde” durdurulabilir.İkincisi bu tedbirlerin “milletlerarası
hukuktan doğan yükümlülükleri ihlal etmemesi şartıdır.Bu yükümlülüklerden kasıt
Türkiye’nin taraf olduğu çeşitli insan hakları sözleşmeleridir.Üçüncüsü
15.maddenin 2.fıkrası savaş seferberlik ve sıkıyönetim durumları ile olağanüstü
hallerde dahi hiçbir şekilde durdurulamayacak ve ihlal edilemeyecek bazı temel
hak ve hürriyetlerden oluşan bir çekirdek
alan yaratmaktadır. Bu 3 güvence AY.mahkemesine 15 maddede anılan
olağanüstü durumlarda da hayli etkin bir anayasaya uygunluk denetimi yapma
imkanını tanımaktadır.Ne yazık ki olağanüstü hallerde sıkıyönetim ve savaş
hallerinde çıkarılan KHK’lerin Anayasaya aykırılığı iddiasıyla Anayasa
Mahkemesine dava açılamaması (mad.148) bu güvencelerin pratik değerini
azaltmaktadır.
VII)Hukuk Devleti:
1-Kavram:Anayasamızın 2.maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri
arasında sayılan Hukuk Devleti ilkesi en kısa tanımıyla vatandaşların hukuki
güvenlik içinde bulundukları Devletin eylem ve işlemlerinin hukuk kurallarına
bağlı olduğu bir sistemi anlatır.Hukuk dilinde “hukuk devleti” deyimi devletin
hukuk kurallarıyla bağlı sayılmadığı “polis devleti” kavramının karşıtı olarak
kullanılmaktadır.Bu ilke her şeyden önce devletin işlemlerinin hukuk
kurallarına bağlılığını ifade eder.Hukuk kurallarına bağlılığı sağlayacak
mekanizma ise devletin eylem ve işlemlerinin yargı denetimi altında
bulunmasıdır.Hukuk devleti denince ilk olarak yürütmenin hukuka bağlılığı ve
yürütme işlemlerinin yargı denetimi altında bulunması akla gelmektedir.
2-Yürütme İşlemlerinin Yargısal Denetimi:Yürütme
organının yargısal denetimi konusunda iki sistem vardır.Bunlardan birincisi söz
konusu denetimi yerel yargı organlarına bırakan ve özellikle Anglo-Sakson
ülkelerinde uygulanan “adli idare” veya “yargı birliği” sistemidir.Bu sistemde
bir tek yargı organı vardır ve devletle fert arasındaki uyuşmazlıklar tıpkı
fertler arasındaki uyuşmazlıklar gibi bu yargı organınca yani genel
mahkemelerce çözülür.İkinci sistem ise yürütmenin eylem ve işlemlerinde doğan
uyuşmazlıkların çözümünü genel mahkemelere değil özel birtakım yargı
kuruluşlarına yani idare mahkemelerine bırakır. “İdari yargı” adı verilen bu
sistem Fransa’da doğmuş ve oradan diğer Kara Avrupası ülkelerine yayılmıştır.Türkiye’de de 100 yılı aşkın bir
süredir kullanılan sistem budur.Anayasa mad.155’e göre Türkiye’de idari yargı
sisteminin en üst mercii Danıştay’dır. 155.maddeden ‘de anlaşılabileceği gibi
Danıştay’ın idari yargı görevinin
yanında merkezi idarenin danışma organı olma fonksiyonu da vardır.Danıştay
idari davaların bir kısmında ilk ve son inceleme mercii;bir kısmında ise son
inceleme (temyiz ) merciidir.Hukuk devleti ilkesi gerek adli idare gerek idari
yargı sistemleriyle bağdaşabilir.Hukuk devleti bakımından önemli olan nokta
yürütmenin eylem ve işlemlerinin bağımsız yargı organlarınca denetlenip
denetlenememesidir.Bu denetim sağlandıktan sonra denetimi yapan mahkemenin
genel mahkeme ya da idari mahkemesi oluşu hukuk devleti açısından önem
taşımaz..Buna karşılık yine denetim sistemi ne olursa olsun eğer yürütmenin bir
kısım eylem ve işlemleri çeşitli yollarla yargı denetimi dışında
bırakılabiliyorsa hukuk devleti ilkesinin zedelenmiş olduğu kanısına
varılabilir.24 Anayasası döneminde Danıştay bir kısım yürütme işlemlerini
siyasal nitelikli görerek bunlardan doğan uyuşmazlıklara bakmayı
reddediyordu.Hükümet tasarrufu adı verilen ve idari yargı organının bir
oto-limitasyonuna dayanan bu işlem kategorisinin yanı sıra özellikle 1950-60
yılları arasında çıkarılan bazı kanunlar bir kısım idari işlemler hakkında
yargı yoluna başvurulmasını yasaklamış,yani yargı denetimi imkanını kanunla ortadan
kaldırmıştır.61 Anayasasının 114.maddesi idarenin hiçbir eylem ve işlemi hiçbir
halde yargı mercilerinin denetimi dışında bırakılamaz hükmünü getirmek
suretiyle hukuk devletini sarsan bu tip uygulamalara son vermiş oldu.Bu hüküm
bir yandan yasama diğer yandan da yürütme organlarına direktif verir nitelikte
idi.Yasama organına hitap eden yönüyle idari yargı yolunu kapatacak kanunların
çıkarılmasını yasaklıyor;idari yargıya h,tap eden yönü ile de bu mahkemelerin
bir kısım idari işlemlerden doğan uyuşmazlıkları kendi görev alanları dışında
görerek bunlara bakmaktan kaçınmasını yasaklıyordu.Bu bağlamda 1961
Anayasasının 114.maddesi hukuk devleti bakımından çok önemli bir aşama
sağlamıştır.
Bu hüküm 1982 anayasasının
125mad.1.fıkrasında aynen korunmuştur.Ne var ki 1982 anayasasının kendisi
(mad.125/2) bu kurala iki istisna getirmiştir.Buna göre cumhurbaşkanının tek
başına yapacağı işlemler ile Yüksek Askeri Şura ‘nın kararları yargı denetimi
dışındadır.Cumhurbaşkanı’nın devlet başkanı sıfatıyla yapacağı işlemler idari
işlem olmayacağı için bunların yargı denetimi dışında bırakılmasının hukuk
devleti ilkesi açısından bir çelişkisi söz konusu değildir buna karşılık hukuki
nitelikleri itibariyle tam anlamıyla idari işlemler olan yüksek askeri şura
kararlarının yargı denetimi dışında bırakılmasını hukuk devleti açısından haklı
bulmak mümkün değildir.1982 Anayasasının 125.maddesi 1961 Anayasasının değişik
114.maddesine benzer olarak idari yargı denetiminin niteliği ve sınırları ile
ilgili bazı hükümler getirmektedir.Maddenin 4.fıkrasına göre “yargı yetkisi
idari eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır.Yürütme
görevinin kanunda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine
getirilmesini kısıtlayacak,idari eylem işlem niteliğinde veya takdir yetkisini
kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez.1982 Anayasası 125.maddesi (f5/6) 1961 Anayasasında yer almamış olan
“yürütmenin durdurulması” konusunu düzenlemektedir.Beşinci fıkraya göre “İdari
işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve
idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi
durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir.Buna
karşılık 6.fıkradan olağanüstü hallerde sıkıyönetim seferberlik ve savaş
halinde ayrıca milli güvenlik kamu düzeni ve genel sağlık nedenleri ile kanunun
yürütmenin durdurulması kararının verilmesini sınırlayabileceği
anlaşılmaktadır.Şu halde fıkrada sözü edilen durumlarda idari işlemlerin
uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararlar doğacak olsa ve idari
işlem açıkça hukuka aykırı bulunsa bile,idari yargının yürütmeyi durdurma
kararı verme yetkisi kanunla sınırlanabilecektir ki bunu hukuk devleti
ilkesiyle bağdaştırmak güçtür
3-Yasama
İşlemlerinin Yargısal Denetimi:Yürütme işlemlerinin yargısal denetimi hukuk
devletinin temel ilkelerinden biri olmakla birlikte tek başına hukukun
üstünlüğünü ve vatandaşların güvenliğini sağlamaya yeterli değildir.Çünkü bu
denetim nihayet yürütme işlemlerinin kanunlara olan uygunluğunu
denetleyecektir.Oysa kanunların kendisi anayasaya aykırı olması durumunda
vatandaşların anayasal haklarının çiğnenmesini engelleyemeyecektir.Hukuk
devletinin tam olarak gerçekleşmiş sayılabilmesi için sadece yürütme
işlemlerinin kanunlara uygunluğu değil yasama işlemlerinin de Anayasaya
uygunluğu yargı organlarınca denetlenmelidir.
4-Yargı
Bağımsızlığı:Hukuk devletinin en önemli unsurlarından biri de “yargı
bağımsızlığıdır”.Gerçekten de yasama ve yürütme organlarını denetleyecek olan
organlar yasama ve yürütme karşısında tam bağımsızlığa sahip değillerse yargı
denetiminde beklenen yararlar büyük ölçüde ortadan kalkmış olur.Yargı
bağımsızlığının tam olarak güvence altına alınmamış olduğu sistemlerde gerçek
anlamda tam olarak bir hukuk devletinden söz etmeye imkan yoktur.
5-Kanuni
Hakim Güvencesi:1961 Anayasasının ilk metninde bu güvence madde 32’de “Tabii
Yargı Yolu” başlığı altında düzenlenmişti.Sözü geçen madde 1971
değişiklikleriyle değiştirilmiş ve halen yürürlükte olan 1982 anayasasındaki
ifadede de kullanılan ifade kabul edilmiştir.Buna göre hiç kimse tabi olduğu
mahkemeden başka bir mercii önüne çıkarılamaz.Tabii yargı ilkesi uyuşmazlığı
yargılayacak olan mahkemenin o uyuşmazlığın doğmasından önce kanunen belli
olmasıdır.1971 tarihli Sıkıyönetim kanununda bu ilkeye uygunluğu şüpheli
görülebilecek birtakım hükümlerin varlığı maddenin 1971 anayasa değişikliği
sırasında değiştirilmesine yol açmıştır.Bu kanuna göre sıkıyönetim ilan edilen
yerlere bu sıkıyönetime neden olan olaylara ilişkin suçları sıkıyönetim
ilanından en çok 3 ay öncesine kadar yargılayabilmekteydi.Görülüyor ki bu
durumlarda bir ceza davası suçun işlendiği anlarda mevcut olmayan ve kurulup
kurulmayacağı bilinmeyen bir mahkeme tarafından görülmektedir.61’deki tabii
kelimesi yerine kanuni lafının getirilmesinin sebebi kanunun lafzen
yorumlandığında hukuk devleti ilkesiyle çelişmiyor olmasıdır.Fakat öz
itibariyle yine de tabii yargı ilkesi hukuk devletinin ayrılmaz bir parçası
olduğu için bu çelişkili bir mevzuudur.Bunun çözümü de 143.maddenin son
fıkrasında öngörülmüştür.Buna göre sıkıyönetim ilan edilen yerlerdeki DGM’ler
Sıkıyönetim Mahkemelerine dönüştürülebilir.Böylece yargılama yapılacak
mahkemelerin sonradan kurulmamış olması sağlanarak bu ilkeye uyum sağlanmıştır.
6-Ceza
Sorumluluğu İlkeleri:Anayasamızın 38.maddesi hukuk devletinin suç ve cezalara
ilişkin bazı unsurlarını saymaktadır.
7-Hukukun
Genel İlkelerine Bağlılık:61 ve 82 anayasaları “hukukun genel ilkeleri”’nden
doğrudan doğruya söz etmemiş olmakla birlikte 61-132 ve 82-138 maddeleri bu
ilkelerin hakim tarafından bir hukuk kaynağı olarak kullanılabileceğini ima
etmişlerdir.Hukukun genel ilkelerinin tam ve herkesçe kabul edilebilecek bir
tanımını yapmak kolay olmamakla birlikte bu konuda pozitif bir temel olarak
Milletlerarası Adalet Divanı Statüsünün 38.maddesinden yararlanılabilir.Bu
madde uygar milletlerce tanınmış genel hukuk ilkelerini milletler arası hukukun
kaynakları arasında saymıştır.AY mahkememizde muhtemelen bu tanımdan
esinlenerek hukukun genel ilkelerini “hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin
benimseyip uyduğu ilkeler” olarak tanımlamıştır.Rousseau hukukun genel
ilkelerini bir bölümü sadece milletler arası hukuka özgü olmak bir bölümü de
milletlerarası hukuk ve milli hukuk düzenlerinde ortak olmak üzere iki
kategoriye ayırmıştır.Rousseau’ya göre iki hukuk düzeninde ortak olan ilkeler
şunlardır:Ahde vefa ,hakkın kötüye kullanılmaması, kazanılmış haklara
saygı,sebepsiz zenginleşme,gecikme faizi,verilen zararın tazmini,kesin hükme
saygı.Bunlara kimsenin sahip olduğu haklardan fazlasını devredememesi kimsenin
kendi davasında hakim olamaması mücbir sebep ve diğer bazı ilkeler de
eklenebilir.AY mahkemesinin 82 anayasası döneminde verdiği kararlarda dayandığı
bazı genel hukuk ilkeleri de şunlardır:İyi niyet ahde vefa kazanılmış haklara
saygı kanunların geriye yürümezliği kesin hükme saygı devlete (ve kanunlarına)
güven özel kural genel kural çatışmasında özel kuralın uygulanması.
VIII-Sosyal Devlet:
1-Sosyal
Devletin Anlamı:
20.yy.’da
Batı demokrasilerinde ortaya çıkmış olan sosyal devlet veya refah devleti
kavramı devletin sosyal barışı ve sosyal adaleti sağlamak amacıyla sosyal ve
ekonomik hayata aktif müdahalesini meşru ve gerekli gören bir kavramı ifade
eder.Sosyal devlet bu anlamda geçen yüzyılın “jandarma devlet” anlayışından
ayrılır.Liberal felsefeden esinlenen jandarma devlet anlayışı devletin
görevlerini dışa karşı savunmayı ve yurt içinde düzen ve güvenliği sağlamaktan
ibaret görmekte özellikle devletin ekonomik hayata müdahalesini sadece gereksiz
değil aynı zamanda ekonominin doğal kanunlarının işleyişini bozacağını
savunduğu için zararlı görmekteydi.Sosyal devlet devletin sosyal ve ekonomik
hayata müdahalesi yoluyla sınıf çatışmalarını yumuşatan ve milli bütünleşmeyi
sağlamaya çalışan bir devlet anlayışıdır.1982 anayasasının 35.maddesi mülkiyet
ve miras haklarını 48.maddesi de çalışma sözleşme ve özel teşebbüs kurma
hürriyetlerini tanımaktadır.Bu maddede görünmektedir ki özel teşebbüslerin
serbestçe kurulabilmesine hatta devletin bunların güvenlik ve istikrar içinde çalışmasını
sağlayacak tedbirler almakla yükümlü olmasına karşılık,devlet özel
teşebbüslerin “milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun
yürümesini” sağlamakla da yükümlüdür.Diğer bir deyimle özel teşebbüs
hürriyetine bu amaçlarla bazı sınırlamalar getirilebilir.Sosyal devlette
mülkiyet haklarla birlikte ödev ve yükümlülükleri de içeren bir
statüdür.Nitekim mülkiyet ve miras haklarını tanıyan 35.maddenin 2. ve 3.
fıkraları 61 anayasasının 36.maddesine paralel olarak bu hakların kamu yararı
amacıyla kanunla sınırlanabileceğini ve mülkiyet hakkının kullanılmasının
toplum yararına aykırı olamayacağını belirtmiştir.
Sosyal
devletin hürriyet anlayışı da klasik liberal devletin hürriyetleri sadece birer
negatif statü hakkı yani kişiye devlet karşısında özerk bir alan tanıyan ve
devlete o alana girmeme yükümlülüğünü yükleyen anlayışından farklıdır.Sosyal
devlet devlete karşı korunan hürriyetlerin yanında hürleştirme kavramına da yer
verir.1982 anayasası 61 anayasasına paralel olarak devlete “kişinin temel hak
ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
şekilde sınırlayan siyasal ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya insanın
maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya
çalışmak” ödevini vermiştir.Sosyal devlet bunu gerçekleştirmeye çalışırken
elbette mutlak bir sosyal ve ekonomik eşitlik anlayışıyla değil “nisbi” bir
fırsat eşitliği anlayışıyla hareket eder.Fırsat eşitliği kavramının
Anayasamızdaki somut bir yansıması 42.maddeye göre Devletin,maddi imkanlardan
yoksun başarılı öğrencilerin öğrenim hayatlarını sürdürmeleri için onlara burs
veya çeşitli imkanlar sağlaması ödevidir.
2-Devletin
Ekonomik Hayata Müdahalesinin Ölçüsü:
1961
anayasasında devletin ekonomik ve sosyal hayata müdahalesinin ilkelerini
belirleyen genel bir hüküm yer almıştı.41.madde iktisadi ve sosyal hayatın
“adalete tam çalışma esasına ve herkes için insan hayatına yaraşır bir yaşayış
seviyesi sağlanması” amacına göre düzenleneceğini belirtmekte ve yatırımları
“toplum hayatının gerektirdiği önceliklere” yöneltmeyi devletin ödevi olarak
görmekteydi.82 anayasası devletin ekonomik hayata müdahalesiyle ilgili böyle
genel bir hükme yer vermemiş olmasıyla birlikte devlet müdahalesine ilişkin
hükümler anayasanın çeşitli maddelerine serpiştirilmiş bulunmaktaydı.Bu
serpiştirilmiş müdahale hükümlerine rağmen Anayasamızdaki sosyal devlet
anlayışının siyasal iktidarlara belli bir ekonomik politika modelini empoze
etmediği açıktır.Anayasa açısından söylenebilecek olan şey bu anayasa ile ne
saf liberal ne saf devletçi ekonomi modelinin uygulanmasının mümkün
olduğudur.Bu çok geniş çerçeve içerisinde siyasal iktidarların ekonomik
politikayı kendi siyasal tercih ve önceliklerine göre yönlendirebilecekleri
doğal olduğu gibi demokratik rejimin gereklerine de uygundur.Eğer 82
anayasasında bir dereceye kadar bir ekonomik politika tercihi varsa bunun
sosyal piyasa ekonomisi olarak adlandırılması doğru olur.Bilindiği gibi bu
kavram piyasa ekonomisinin işleyişinden doğabilecek bazı aksaklıkların
tekelleşmeleri önlemek serbest rekabet ilkesine işlerlik kazandırmak piyasada
egemen olan gücün kötüye kullanılmamasını sağlamak ve tüketiciyi korumak amaçlarıyla devlet
tarafından yapılacak müdahale ve düzenlemelerle giderilmesini öngörmektedir.
3-Sosyal
Devletin Hukuki Yöntemleri:
a-Herkese
İnsan Haysiyetine yakışır bir hayat sağlamaya yönelik tedbirler:Sosyal devletin
temel amaçlarından birinin herkese insan haysiyetine yaraşır asgari bir hayat
düzeyi sağlamak olduğuna şüphe yoktur.Bunun yolları arasında herkese çalışma
imkanının sağlanması çalışan herkese insanca yaşayabilmesini mümkün kılacak
adaletli bir ücret ödenmesi ve çalışamayacak durumda olanların da çeşitli
sosyal güvenlik tedbirleri ile korunması yer almaktadır.Bunlar anayasanın
49-55-60-61. maddelerinde düzenlenmiştir.Şüphesiz insan haysiyetine yakışır bir
asgari hayat düzeyinin sağlanması sadece bu tedbirlerle gerçekleşemez.İnsan
haysiyetine yakışır bir hayat insan haysiyetine yakışır bir konutta sağlık
içinde yaşama ihtiyacının ve asgari kültürel ihtiyaçların tatminini de içine
alır.Bunlar da anayasanın 56-57-42.maddelerinde düzenlenmiştir.
b-Vergi
adaleti:Çağdaş sosyal devlette gelir ve servet eşitsizliklerini azaltmada en
önemli rolü vergi politikası oynamaktadır.Bu politika anayasamızın
73.maddesinde açıklanmıştır.Vergi hukukunda “artan oranda (müterakki) vergi”
denilen ve Türk gelir vergisi sisteminde de kabul edilmiş olan vergilendirme
sistemi yüksek gelir tabakalarından yüksek oranda ,düşük gelir tabakalarından
ise düşük oranda vergi alınması suretiyle gelir eşitsizliklerinin azaltılması
amacını taşır.
c-Kamulaştırma
ve Devletleştirme:Kamı hizmetlerini yürütebilmek için gerekli olan özel
mülkiyet altındaki bir taşınmazın sahibinin isteğine bakılmaksızın kamu
mülkiyetine geçirilmesi işlemine kamulaştırma denir.Konu anayasamızın 46.
maddesinde düzenlenmiştir.Anayasada özel bir rejime tabi tutulan sosyal amaçlı
kamulaştırmalar,sosyal devletin bir yöntemi olarak kabul edilir.Kamulaştırmanın
usulü 63/3 maddede düzenlenmiştir.Kamulaştırmanın genelde sosyal devlet ilkesi
ile ilgili olmamasına karşın anayasanın 17.maddesinde düzenlenen devletleştirme
tipik bir sosyal devlet aracıdır.Bu hükme göre kamu hizmeti niteliği taşıyan
özel teşebbüsler kamu yararının zorunlu kıldığı hallerde
devletleştirilebilir.Devletleştirme gerçek karşılığı üzerinden yapılır.Gerçek
karşılığının hesaplanması ve usulü kanunla düzenlenir.Görülmektedir ki;
kamulaştırma işleminin konusu özel mülkiyetteki taşınmaz mallar olduğu halde
devletleştirme işleminin konusu özel teşebbüslerdir.Devletleştirme bakımında 61
ve 82 anayasaları bakımından önemli bir fark61 anayasasının devletleştirilen
özel teşebbüsün gerçek karşılığının taksitlendirilebilmesidir.82 anayasası ise
taksitlendirmeyi kaldırarak devletleştirmeyi zorlaştırmıştır.82 anayasası döneminde
devletleştirme 1984 tarihli 3082 sayılı kanunla düzenlenmiştir.Bu kanuna göre
özel teşebbüslerin devletleştirilmesi için şu şartların birlikte gerçekleşmesi
gerekmektedir:
-Devletleştirilecek
özel teşebbüsün yaptığı hizmet veya üretimin ülke çapında kamu ihtiyacına hitap
etmesi
-Bu hizmet
veya üretimin kontrol rekabet ikame veya başka yollardan sağlanması imkanının
bulunmaması
-Hizmet
veya üretimin yavaşlatılması veya durdurulması halinde kamunun büyük zarar
görmesi
Devletleştirme klasik sosyal devletin
araçlarından biri olarak kabul edilmekle birlikte özellikle 80’lerden itibaren
dünyanın büyük bölümüne egemen olan serbest piyasa ekonomisinin etkisiyle eski
önemini kaybetmiştir.Onun yerine tam tersine KİT‘lerin özel teşebbüse
devredilmesi yani özelleştirme Türkiye dahil pek çok ülkede önem kazanmıştır.
d-Planlama:Sosyal
devletin temel ilkelerinden biri de planlamadır.Planlama toplumun ekonomik
kaynaklarının ekonomik kalkınmayı sağlamak amacıyla bilimsel ve akılcı biçimde
kullanılmasını sağlar.Gerçekten sosyal devlet anlayışı devletin sosyal ve
ekonomik hayata müdahalesini öngördüğüne göre bu müdahalenin sistemli,tutarlı
,akılcı ve bilimsel bir biçimde yapılması gerekir.Bunu sağlayacak araç da
planlamadır.Bu konu anayasanın 166.maddesinde düzenlenmiştir.Bu hüküm 61
anayasasının planlanmaya ilişkin olan41 ve 129.maddelerinden bazı yönlerden
ayrıldığı görülmektedir.61 anayasasında planlamayı yapacak olan devlet organı
Devlet Planlama Teşkilatı olarak belirtildiği halde 82 anayasası bu organı
ismen zikretmemiştir.Daha önemlisi 82 anayasasına göre planlamanın amaçları 61
anayasasındakinde hayli farklıdır.61 anayasası planlamanın araçları arasında
ekonomik kalkınma hedefi kadar sosyal devlet anlayışının gereği olan sosyal
önceliklere de ağırlık vermiştir.Buna karşılık 82 anayasasının daha çok milli
tasarrufu ve üretimi arttırmak,fiyatlarda istikrar ve dış ödemelerde denge
sağlamak,yatırım ve istihdamı geliştirmek gibi salt ekonomik amaçları
vurguladığı görülmektedir.Diğer bir deyimle 1982 anayasasının planlama anlayışı
liberal bir ekonomik politika ile daha kolay bağdaşabilecek niteliktedir.
e-Sosyal
Haklar:Sosyal haklar sosyal devletin en önemli unsurlarından birini
oluşturur.Sosyal hakları amaçlarına göre ayırt etmek mümkündür.Sosyal haklar
ister olumlu ister olumsuz edim gerektirsinler,ister toplu ister bireysel
olarak kullanılabilsinler,sosyal adaleti sağlamaya,sosyal eşitsizlikleri
azaltmaya,toplum içinde ekonomik bakımdan zayıf olan sınıf ve grupları korumaya
yönelik haklardır.82 anayasasının “Sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler”
başlığını taşıyan 2.kısım 3.bölümünde de bu anlamdaki sosyal haklarla,çalışma
ve sözleşme hürriyeti,işverenlerin sendika kurma hakkı,lokavt hakkı gibi
ekonomik bakımdan zayıf olanların korunması amacını gütmeyen “ekonomik haklar”
bir arada yer almıştır.Dar anlamdaki sosyal hakların içine de bir bölümü
devletin olumsuz edimini gerektiren (sendika,grev) bir bölümü ise olumlu edime
ihtiyaç gösteren (eğitim,sağlık) haklar girer.Bazı temel haklar ise bazı
yönleri ile sosyal hak bazı yönleri ile de klasik hak olması mümkündür.(Eğitim
öğretim hakkı mad.42)
IX-Eşitlik:
Eşitlik
ilkesi 1982 anayasasının 10.maddesinde düzenlenmiştir.Eşitlik ilkesinin bu
ilkeden yararlananlar açısından bir temel hak yani eşit işlem görmeyi yada
ayrım gözetilmemesini isteme hakkını doğurduğu kuşkusuzdur.Ancak eşitlik aynı
zamanda muhatapları yani devlet organları ve idare makamları açısından da
anayasal bir buyruk devlet yönetimine egemen bir ilkedir.61 anayasasının
eşitlik ilkesine “temel haklar ve ödevler” kısmında (mad.12) yer verilmiş
olmasına karşılık 82 anayasası bu ilkeyi “genel esaslar” kısmında düzenlemiş
olması da eşitliğin temel bir devlet yönetimi ilkesi olarak düşünülmesi
gerektiği görüşüne güç katar.Genel anlamda eşitlik ilkesi ise şekli hukuki eşitlik
ve maddi hukuki eşitlik olarak ikiye ayrılır.Şekli hukuki eşitlikten kastedilen
kanunların genel ve soyut nitelik taşıması yani kapsadığı herkese eşit olarak
uygulanmasıdır.Maddi hukuki eşitlik şekli eşitliğin ötesinde aynı durumda
bulunanlar için haklarda ve ödevlerde yararlarda ve yükümlülüklerde yetkilerde
ve sorumluluklarda fırsatlarda ve hizmetlerde eşit davranma zorunluluğunu
içerir.Türk AY mahkemesi kanunlardaki sınıflandırmanın eşitlik ilkesine aykırı
olup olmadığını denetlerken “haklı neden” kriterine dayanmaktadır.Mesela kanun
önünde eşitlik ilkesi “tüm yurttaşların her yönden mutlaka,her zaman aynı
tutulmaları zorunluluğunu içermez.Birtakım yurttaşların başka kurallara bağlı
tutulmaları haklı bir nedene dayanmakta ise böyle bir durumda kanun önünde
eşitlik ilkesine uyulmadığından söz edilemez.
Kurucu İktidar: Anayasayı
Değiştirme Sorunu
I-Asli
kurucu iktidar ve tali kurucu iktidar:
Bir
devletin anayasasını yapma veya değiştirme,başka bir deyimle o devletin temel
siyasi yapısını belirleme iktidarına “kurucu iktidar” veya “kuruculuk
fonksiyonu “ adı verilir.Kurulmuş iktidar kurucu iktidarın anayasada belirlemiş
olduğu sınırlar içerisinde devletin çeşitli hukuki yetkilerini kullanma
iktidarıdır.Kurucu iktidar da iki değişik durumda ortaya çıkabilir ve buna
uygun olarak iki tür kurucu iktidardan söz edilebilir;Asli kurucu iktidar ve
tali(türevsel )kurucu iktidar.Asli kurucu iktidar bir ülkenin siyasal rejiminde
ihtilal,hükümet darbesi,ülkenin parçalanması ve bunun gibi durumlardaki
kesintiler nedeniyle bir hukuk boşluğunun doğması durumlarında ortaya çıkar.Bu
durumlarda fiili iktidarı elinde bulunduran sosyal güçler yeni rejimin
anayasasını belirlerken kendilerini bağlayan hiçbir pozitif hukuk normu mevcut
değildir.Bu anlamda asli kurucu iktidar sınırsız ve hukuk dışı bir olaydır.Bu
iktidarın sınırsızlığı da şüphesiz sosyolojik anlamda değil sadece hukuki
anlamdadır.Tali kurucu iktidar ise bundan çok farklı olarak bir ülkenin
anayasasının ,o anayasada belirlenmiş usüllere uyulmak suretiyle değiştirilmesidir.Bu
anlamda tali kurucu iktidar hukuken sınırlı bir iktidardır.
Hemen bütün
yazılı anayasalar değiştirilmelerine ilişkin usülleri kendileri
belirlemişlerdir.Gene hemen her yazılı anayasa
hükümlerinin değiştirilmesini adi kanunların kabul veya
değiştirilmelerindeki usüllerden daha farklı ve daha güçleştirici bir takım
kurallara bağlı tutmuşlardır(sert anayasa sistemi).
II-Türk
Anayasalarında Anayasayı Değiştirme Sorunu:
Türk
Anayasaları 1876 Kanun-i Esasi’den beri sert anayasa sistemini benimsemişlerdir.Kanun-i
Esasiye göre (mad.116) teklif yetkisi Bak.Kur. ya da Ayan ya da Mebuslar
meclisinden birine verilmişti.Teklif tamsayının 2/3 çoğunluğuyla kabul
edildikten sonra padişah onayıyla kesinleşiyordu.1921 Anayasası ise anayasa
değişiklikleri ile ilgili bir hüküm taşımamaktaydı.Bunun sebebi ise 1.TBMM’nin
olağanüstü yetkileri haiz bir kurucu meclis olma sıfatı idi.1921 Anayasası
Osmanlı-Türk anayasa tarihindeki tek yumuşak anayasadır.1924 Anayasası anayasa
değişikliği için 1/3 teklif kabul için ise 2/3 çoğunluğu öngörmüştür.Bu anayasa
herhangi bir onay safhasına yer vermemiş hatta CB’ ye değişikliği meclise geri
gönderme yetkisi de vermemiştir.Ayrıca 1924 Anayasası devletin şeklinin
cumhuriyet olduğunu belirten 1.maddesinin değiştirilmesinin hiçbir surette
teklif dahi edilemeyeceğini öngörmüştür.1961 Anayasasında da üye tamsayısının
1/3 çoğunluğu ile teklif daha sonra her iki meclisin 2/3 çoğunluğu ile kabulünü
öngörmüştür.Ayrıca değişiklik görüşmelerinin ivedilikle olamayacağını da
belirtmiştir.1924 anayasasına paralel olarak devlet şeklinin cumhuriyet olduğu
hakkındaki hükmünün değiştirilmesinin dahi teklif edilemeyeceğini kabul
etmiştir.
1982
Anayasasının 1987 tarihli değişikliğinden önceki haliyle kabul ettiği çözüm
tarzı ise 24 ve 61 deki karar yeter sayılarını aynen muhafaza etmekle birlikte
bu anayasalarda mevcut olmayan bir onay safhasına yer vermişti.Bu safhada onay
yetkisi CB ile halk arasında paylaşılmaktaydı.Söyle ki CB yeniden görüşülmek
üzere meclise gönderdiği değişiklik tasarısını meclis aynen kabul edip tekrar
CB’ ye yollarsa CB’ nin söz konusu tasarıyı halk oyuna sunma yetkisi mevcuttur.
1982
Anayasasının 1987 de uğradığı değişiklikten sonra anayasayı değiştirme usülü
oldukça karmaşık hale gelmiştir.
a)Teklif:Anayasanın
ilk şeklinde olduğu gibi anayasanın değiştirilmesi TBMM’nin üye tamsayısının en
az üçte birinin yazılı teklifiyle olur.
b)Görüşme:Anayasa
değişikliklerine ilişkin tekliflerin görüşülmesi bu maddedeki kayıtlar dışında
kanunların görüşülmesi hakkındaki hükümlerine tabidir.Anayasa değişikliğine
ilişkin tekliflerin genel kurulda iki defa görüşüleceği belirtilmiştir.İki defa
görüşme şartı anayasa değişikliklerine ilişkin tekliflerin görüşülmesi usulünü
diğer kanunların görüşülmesi usulünden ayıran tek farktır.2.görüşmeye
1.görüşmenin bitiminden 48 saat geçmeden başlanamaz.İkinci görüşmede yalnız
maddeler üzerinde verilmiş değişiklik önergeleri tartışılır.Birinci görüşmede
üzerinde herhangi bir değişiklik önergesi verilmemiş maddeler hakkında ikinci
görüşmede değişiklik önergesi verilemez.Şu halde birinci görüşmede önce anayasa
değişikliğinin tümünün ele alınması gerekir.Bu görüşme onucunda maddelere
geçilip geçilmeyeceği kararlaştırılır.Geçilmesi kabul olunmazsa Anayasa
değişikliği teklifi reddedilmiş olacağından diğer işlemlere gerek kalmaz.Kabul
edilmesi halinde de teker teker tüm maddeler görüşülüp oylanır.İkinci görüşmede
tekrar tüm maddeler için oylama açılmaz sadece bunlar üzerinde değişiklik
önergesi verilmiş olanlar oylanır.Hiç önerge verilmemiş ise ikinci oylama yapılır.Tüm
bu sürecin sonunda tekrar tüm maddeler için genel bir oylama yapılarak Anayasa
değişikliği süreci tamamlanmış olur.
c)Karar:1982
anayasası değiştirilmesinden önceki haliyle aynen 24 ve 61 anayasalarında
olduğu gibi üye tamsayısının 2/3’ünü karar yeter sayısı olarak kabul
etmişti.Anayasada yapılan değişiklik sonucu ise ortaya üye tamsayısının beşte
üçü ve üçte ikisi olmak üzere iki değişik karar yeter sayısı çıkarmıştır.Bu
sayılardan birinin ya da diğerinin sağlanmasına göre onay safhasında uygulanacak
işlemler farklıdır.Bu değişikliğin anayasa değişikliklerinin kabulüne ilişkin
getirdiği diğer bir yenilik ise oylamanın gizli olması zorunluluğudur.
d)Onay:Değişik
175.madde ilk metinde olduğu gibi onay safhasını CB ile halk arasında
paylaştırmıştır.Ancak karar çoğunluğunun 3/5
veya 2/3 oluşuna göre yapılacak işlemler farklıdır.Anayasa değişikliği
beşte üç veya daha fazla fakat üçte iki çoğunluktan az bir oyla kabul olmuş ise
CB kanunu tekrar görüşülmek üzere meclise iadesi veya söz konusu kanunu halk
oylamasına sunması gibi iki seçenek ortaya çıkar.Meclise iade halinde
değişiklik sürecinin devam edebilmesi için Meclisin bu kanunu en az 2/3
çoğunluk ile aynen kabul etmesi gerekir.Bu durumda CB kanunu ya halk oyuna
sunabilir ya da onaylayarak kesinleştirebilir.CB söz konusu kanunu 3/5 ile 2/3
arasında oyla kabul edilmiş kanunu iade etmezse halk oyuna sunması
zorunludur.Anayasa değişikliğine ilişkin kanun mecliste 2/3 veya daha çok bir
oy oranı ile kabul edilmesi durumunda ise 3 ihtimal ortaya çıkmaktadır.CB söz
konusu kanunu tekrar görüşmek üzere meclise iade etmek,doğrudan doğruya halk
oyuna sunmak veya onaylayarak kesinleştirmek seçeneklerine sahiptir.Son durumda
anayasa değişikliğine ilişkin kanun Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe
girer.Meclise iade halinde kanunun tekrar üye tamsayısının 2/3 çoğunluğu ile
aynen kabul etmesi gerekir.Bu takdirde de CB’nin değişikliği ya halk oyuna
sunmak ya da onaylamak gibi iki seçeneği vardır.!982 anayasasının gerek ilk
şekliyle gerekse yapılan değişikliklerle 24 ve 61 anayasalarındaki saf temsili
demokrasi anlayışından yarı doğrudan doğruya demokrasiye doğru hali önemli bir
adım atmıştır.
CB’nin onay
safhasına ilişkin yetkileri Anayasa değişikliği hakkındaki kanunu halk oyuna
sunmak ya da meclise tekrar görüşülmek üzere iade etmesinden ibarettir.Anayasa
değişikliklerinin geri gönderilmesi bu konuda özel bir hüküm bulunmadığına göre
CB kanunları bir daha görüşülmek üzere TBMM’ye geri gönderme yetkisini
düzenleyen 89.maddedeki usule tabidir.Yani geri göndermenin 15 gün içinde ve
gerekçeli olarak yapılması gerekir.Meclis geri gönderilen Anayasa değişikliğini
aynen kabul etmeyip bir değişiklik yaptığı takdirde CB söz konusu kanunu tekrar
meclise gönderebilir.Ancak CB’nin geri göndermedeki düzeltme isteminin sunulmuş
metinle hiç ilgisi olmayan yeni bir değişiklik teklifi niteliğinde
olmamalıdır.Aksi halde kendisine anayasa değişikliği teklifinde bulunma yetkisi tanınmamış olan CB bu yetkiyi
kullanmış olur.
1982
anayasasında yapılan değişikliklerden sonra CB’nin geri gönderme yetkisinin
kimi durumlarda sadece bir geciktirici veto kimi durumlarda ise güçleştirici
veto niteliği taşıdığı söylenebilir.Eğer değişiklik teklifi 3/5 ile 2/3
arasındaki bir oranla kabul edilmiş ise CB’nin iade yetkisi güçleştirici veto
özelliği gösterir.Çünkü bu takdirde meclis söz konusu kanunu 2/3 oyla kabul
etmesi gerekir.Buna karşılık kanun 2/3 ya da daha fazla bir oy oranıyla kabul
edilmiş olursa geri gönderme yetkisi daha çok bir geciktirici veto özelliğine
bürünür.Çünkü kabul için 2/3’den daha fazla bir çoğunluk gerekmemektedir.Fakat
geçici 9 madde ile TBMM başkanlık divanı kurulduktan sonraki 6 yıllık süre
zarfında yapılan anayasa değişiklikleri için meclise iade söz konusu olduğu
takdirde tekrar kabul meclisin ¾ çoğunluğuna tabidir.Bu hükümle CB’nin altı
yıllık bir süre için yetkileri genişletilmiş ve geciktirici veto güçleştirici
veto şekline dönüştürülmüştür.
1982
anayasasının sertlik eğilimi Anayasanın değiştirilmesi mümkün olmayan
düzenlemelerinde de kendisini gösterir.24 ve 61 anayasalarında sadece devlet
şeklinin cumhuriyet olduğu hakkındaki anayasa hükmünün değiştirilemez olmasına
karşılık 82 anayasasında değişmezlik vasfı tanınmış hükümlerin kapsamı hayli
artmıştır.
III-Anayasa
Değişikliklerinin Denetimi:
Anayasa
değişikliklerinin anayasa uygunluğunun denetimi şekil ve esas olmak üzere iki
düzeyde olabilir.Anayasa değişikliklerinin şekil olarak anayasaya uygunluğunun
denetimi bu değişikliklerin anayasada öngörülen usül ve şekil kurallarına uygun
olarak yapılıp yapılmadığının incelenmesini içerir.Anayasayı yapan asli kurucu
iktidar anayasanın değiştirme usulünün belirtmekle tali kurucu iktidarın
anayasayı değiştirme yetkisini şekil yönünden sınırlamış olmaktadır.Diğer bir
deyimle tali kurucu iktidar ancak bu usül ve şekil kurallarına uyarak tali
kuruculuk yetkisini kullanabilir.Anayasa değişikliklerinin esas yönünden
denetlenebilmesini savunan bazı yazarlar bunu ancak anayasanın üstünde bir
takım hukuk normlarının (süpra-pozitif temel normlar) varlığını kabul etmek
yahut da pozitif anayasa normları arasında bir derecelenme bir hiyerarşi
bulunabileceğini varsaymak suretiyle haklı göstermeye çalışmışlardır.
Anayasa
değişikliklerinin şekil yönünden denetimi konusunda Anayasa özel bir yöntem
öngörmediğine göre kanunların şekil yönünden denetlenmesine ilişkin anayasa
hükümlerinin anayasa değişikliğine de aynen uygulanması gerekir.Zaten Anayasa
değişikliklerinin de kanunla gerçekleştirildiğine göre Anayasanın ayrıca
anayasa değişikliklerinden söz etmemiş olması doğaldır.Dolayısıyla anayasa değişikliklerinin
denetlenmesi CB veya TBMM üyelerinin 1/5 inin istemiyle olabilir.Anayasa
değişikliklerinin yayınlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra iptal
istemiyle dava açılamaz.Şekil bozukluğu defi yoluyla da ileri sürülemez.Şekil
bozukluğuna dayanan iptal davaları Anayasa Mahkemesi tarafından öncelikle
incelenir ve karara bağlanır.
Bir anayasa
değişikliğinin anayasanın 175.maddesi gereği CB tarafından halk oyuna sunulup
kesinleşmesi halinde bu metnin üzerinde bir denetimin söz konusu olup olamayacağı
düşünülebilir.Bir görüşe göre anayasa halk oyuyla gerçekleşen ve halk oyuyla
gerçekleşemeyen anayasa değişiklikleri arasında bir ayırım yapmaksızın
değişiklikleri denetleme görevini Anayasa Mahkemesine vermiştir.Halk
oylamasının usulüne göre yapılıp yapılmadığı konusunda denetim yetkisi ise
Yüksek Seçim Kurulundadır.Kitaba göre bu konuda anayasada açıklık olmamasına
rağmen en üstün kurucu iktidar olan halk iradesinin belirlemesinden sonra artık
anayasa mahkemesinde bir şekil denetiminin mümkün olmaması gerekir.
Kuvvetler Ayrılığı
I-Kuvvetler Ayrılığı ve
Fonksiyonlar Ayrılığı:
Siyasal
düşünce tarihinde genellikle Montesquieu’nün adıyla özdeşleştirilen kuvvetler
ayrılığı teorisi 1789 Amerikan,1791 Fransız Anayasalarından başlayarak pek çok
pozitif hukuk belgesinde şu veya bu biçimde anlatımını bulmuş olmakla birlikte
,bu teorinin hukuki olmaktan çok ,siyasal nitelik taşıdığını belirtmek
gerekir.Ünlü düşünüre göre iki hele üç kuvvetin aynı elde toplanması istibdada
yol açar.
Gerçekte
egemenlik veya devlet kudreti tektir.Bu kudret devletin organları vasıtasıyla
toplum adına iradesini belirtmekte kendi iradesini toplum bireyleri üzerinde
hakim kılma iktidarıdır.Devlet kudretinin kullanılmasında başvurulan işlemlerin
şekli ve içeriği birbirinden ne kadar farklı olsa da bütün bu işlemler sonuçta
devlet idaresinin tezahürlerinden başka bir şey değildir.Devlet kudreti ise tek
ve bölünmezdir.Ancak bu kudretin birden çok olan fonksiyonlarını ve gene birden
çok olan organlarını ayırdetmek gerekir.İktidarın fonksiyonları bu iktidarın
değişik tezahür şekilleri değişik kullanım biçimleridir.Mesela kanun yapmak
devlet kudretinin kullanım biçimlerinden biri,iktidarın fonksiyonlarından
biridir.İktidarın organları ise iktidarın çeşitli fonksiyonlarını yerine
getirmekle görevli kişiler veya kuruluşlardır.Mesela yasama organı devlet
kudretinin yasama fonksiyonunu yerine getiren organdır.İşte günümüzde kuvvetler
veya iktidarların ayrılığı deyimi kullanılırken kastedilen ve pozitif hukuk
verilerine göre kastedilmesi gereken gerçekte fonksiyonlar ayrılığıdır.Diğer
bir deyimle devlet iktidarının çeşitli fonksiyonlarının aralarında bir
işbirliği mevcut bulunan değişik organlarca yerine getirilmesidir.Kuşkusuz
devlet fonksiyonları bu fonksiyonların maddi muhtevalarına veya konularına göre
de tasnif edilebilir.Bu fonksiyonların nitelikleri ve kapsamları zamana topluma
ve siyasal sistem tipine göre büyük farklar gösterebilir.Ancak kamu hukukunu
birinci derecede ilgilendiren fonksiyonlar devletin maddi anlamdaki
fonksiyonları değil hukuki anlamdaki fonksiyonlarıdır.Devlet belli bir amaca
ulaşabilmek için birtakım hukuki işlemler yapar;bu işlemler de hukuk dünyasında
bazı değişiklikler yaparlar.
Devletin
hukuki fonksiyonlarının yasama yürütme ve yargı olarak üçe ayrıldığı gerek kamu
hukuku doktrininde gerekse pozitif anayasa hukukunda hemen hemen tartışmasız
olarak kabul edilir.Ancak bu üçlü ayrımın hangi kritere dayandığı dolayısıyla
yasama yürütme ve yargı kavramlarının nasıl tanımlanması gerektiği son derece
tartışmalıdır.Bu konuda ortaya atılan görüşler iki ana grupta
toplanabilir.Maddi kritere dayanan görüşler ve organik kritere dayanan
görüşler.
II-Devletin Hukuki
Fonksiyonlarının Maddi Bakımdan Tasnifi:
Maddi
kriter devletin hukuki fonksiyonlarının tasnifini,bu fonksiyonlarının ifasında
başvurulan işlemlerin hukuki mahiyetine dayandırılmaktadır.Buna göre hukuki
işlemler,maddi mahiyetlerine göre kural işlem ,sübjektif işlem ve yargı işlemi
olmak üzere 3’e ayrılır ve bu 3 işlemden her birinin yapılması devletin üç hukuki fonksiyonundan birini
meydana getirir.Maddi kritercilere göre yasama fonksiyonu kural koymak yani
genel,sürekli objektif ve kişisel olmayan işlemler yapmaktır.Maddi kriterciler
yasama fonksiyonunun başlıca ifade aracı olan kanunların bu niteliklere sahip
olmasını zorunlu görürler.Bun karşılık yürütme veya idare fonksiyonuyla devlet
bir sübjektif hukuki durum doğuracak veya bir objektif hukuki durumun şartını
meydana getirecek bir irade açıklamasında bulunur. Dolayısıyla idari işlem
daima soyut bir hükümdür.Yasma işlemi bir hukuk kuralının ifadesidir.İdari
işlem ise bir hukuki durumun yaratılması veya onun şartıdır.Mesela bir atama
işleminin atanan memura belirli yetkiler verdiği söylenemez.Bu yetkiler ona
kanunla verilmiştir.Atama işlemi sadece söz konusu kamu hizmetine ilişkin
kanunun atanana kişiye uygulanabilmesinin şartıdır.Dolayısıyla idari işlemin bu
türüne şart-işlemler denir.Görülüyor ki maddi kriter taraftarlarına göre yasama
ve yürütme işlemleri arasında maddi mahiyetleri açısından açık ve kesin bir
fark vardır.Yasama işlemleri daima genel ve soyut idare işlemleri daime
bireysel ve somuttur.Yargı işlemlerine gelince bu işlemlerin de bir hukuki
uyuşmazlığı çözen işlemler olmak itibariyle yasama ve yürütme işlemlerinden
ayrı kendilerine özgü bir bünyeye sahip oldukları ileri sürülmektedir.
III-Devlet
Fonksiyonlarının Şekli ve Organik Bakımdan Tasnifi:
Bu görüş
devletin fonksiyonlarını ve bu fonksiyonların ifa aracı olan hukuki
işlemleri,bu işlemleri yapan ve yapılış şekline göre tasnif etmektedir. Carré
de Malberg hukuki işlemlerin tasnifinin pozitif anayasa hukuku verilerine
dayanması gerektiği noktasından hareket etmektedir.Şu halde devletin hukuki
işlemlerinin nitelikleri ve hukuki kuvvetleri,ancak bunları yapan organa ve
bunların yapılış şekillerine göre belirlenebilir.İşlemin maddi niteliğinin
özellikle genel veya bireysel oluşunun bunda hiçbir rolü yoktur.Yasama
organında kanun adı altında ve kanun niteliğinde çıkan her işlem ,içeriği ve
maddi niteliği her ne olursa olsun her zaman için kanundur ve kanun gücünü
taşır.Buna karşılık idari veya yargısal organların yaptığı bir işlem içeriği ve
niteliği itibariyle kanunlarla aynı olsa dahi hiçbir zamana kanun değildir ve
kanun niteliği taşımaz.Kısacası “şekli anlamda fonksiyonlardan,Devletin 3 çeşit
organında ve bu organların her birine özgü bir biçimde yerine getirilen çeşitli
faaliyetleri anlamak gerekir;burada fonksiyonu belirleyen onu icra eden ajan ve
icra ediliş biçimidir.Carré de Malberg’e göre nasıl kanun konusu veya maddi
mahiyeti itibariyle tanımlanamazsa idari işlemin de maddi yönden tanımlanmasına
imkan yoktur.Anayasa kanun için mahfuz bir alan ayırmadığı gibi idare içinde
böyle bir alan ayrılmamıştır.Anayasa sadece iki organ ve bunların yerine
getirdikleri fonksiyonlar arasında bir eşitsizlik yaratmıştır.İdare
fonksiyonunun ayırıcı özelliği kanunla idari işlem arasındaki bağımlılık ve
tabiilik ilişkisidir;dolayısıyla idare fonksiyonu ancak kanunların
uygulanmasından ibaret olabilir.İdare fonksiyonunun bu niteliğinden iki önemli
sonuç doğar.Birincisi idari makamlar,herhangi bir kanuna dayanmaksızın salt
kendi inisiyatifleriyle ister genel ister bireysel nitelikte olsun ister
vatandaş haklarını ister sadece idarenin kendi iç işleyişini ilgilendirsin
hiçbir işlem yapamazlar.İdarenin alanı sadece kanunların
uygulanmasıdır.İkincisi her ne kadar idarenin bir anlamda kendisine mahfuz bir
alanı yoksa da başka bir anlamda idarenin alanı sınırsızdır.Yalnızca kendisini
yetkilendiren bir yasama işlemine dayanmak suretiyle idari makam her çeşit
konuda her çeşit tedbiri alabilir.Nasıl kanun her türlü kararı kanun adı
altında çıkarabilirse aynı şekilde idari işlemde bir kanun metnine dayanmak
şartıyla her çeşit hükmü kabul edebilir.Bu anlamda her iki fonksiyon aynı
şekilde sınırsız bir alana sahiptir.Carré de Malberg’e göre bu iki fonksiyon
arasındaki fark kanunun üstünlüğüne ve idarenin kanuna tabi oluşuna dayanan
“hiyerarşik bir fark”’tır.Bu fark da iki açıdan kendini göstermektedir.Bir defa
idari işlem sonuçlarının hukuki kuvveti bakımından yasama işleminden daha aşağı
mertebededir..Kanun ancak daha sonraki bir kanunla değiştirilebilir ve sadece
yönetileni değil yasama organı dışındaki yöneticileri de bağlar.Oysa idari
işlem kuşkusuz kanun koyucuyu bağlamadığı gibi idari makamların kendilerince de
değiştirilebilir ve kaldırılabilir.İkincisi idari işlem teşebbüs kudreti
bakımından da kanuna tabidir.İdare fonksiyonu ancak kanunların egemenliği
altında ve onların sınırları içinde yerine getirilebilir.Üstelik yasama organı
kendi koyduğu ve halen yürürlükte olan genel kurallara gene kanunla özel
istisnalar getirme yetkisine sahip olduğu halde idarenin böyle bir yetkisi
yoktur.Daha da önemlisi “kanun idari faaliyeti,n sadece sınırı değil aynı
zamanda onu şartıdır.Yasma organı kanun yapmak konusunda tamamen serbest olduğu
halde idare bir kanuna dayanmaksızın kendi başına hareket edemez.
IV-Türkiye’de
1924 ve 1961 Anayasalarında Kuvvetler (fonksiyonlar ) Ayrılığı
Türkiye’de
1924 anayasasının kuvvetler birliği ve görevler (fonksiyonlar) ayrılığı,1961 anayasasının ise “yumuşak kuvvetler
ayrılığı” sistemini kabul ettiği,bu açıdan iki anayasa arasında önemli fark
olduğu görüşü yaygındır.Bu görüş iki gerekçeye dayandırılmaktadır.Birincisi
1924 anayasasında TBMM hükümeti düşürme yetkisine sahip olduğu halde yürütme
organının Meclisi feshetme yetkisinin olmayışıdır.Oysa 1961 anayasasında
yürütme organına Millet Meclisi seçimlerini yineleme yetkisi sınırlı bir
biçimde de olsa tanınmıştır.Böylece 24 anayasasının “meclis hükümeti “
sisteminden yasama ve yürütme organları arasında denge ve eşitlik ilkesine
dayanan “parlamenter rejime” geçilmiştir. Diğer gerekçe ise1924 anayasasının 5.
ve 7. maddeleriyle 1961 anayasasının 6.maddesi arasındaki farktır.Bu iki ifade
arasındaki fark 24 ve 61 anayasaları arasında fonksiyonlar ayrılığı yönünden gerçek
bir fark olduğu izlenimini yaratıyor görünse de daha dikkatli bir inceleme
durumun böyle olmadığını ortaya koymaktadır.1924 anayasası yürütme gücünün asli
sahibinin TBMM olarak göstermiş olsa da ona bizzat bu gücü kullanma yetkisi
vermemiştir.Tam tersine TBMM yürütme gücünü ancak kendi seçtiği CB ve onun
tayin edeceği Bakanlar Kur. eliyle yapabilir.Dolayısıyla meclisin istediği
takdirde bu yetkiyi yürütme organından alıp bizzat üstlenmesine veya yürütme
organının yerine geçerek bir idari işlem yapmasına imkan yoktur.Kısacası 1924
anayasası kuşkusuz milli mücadele yıllarının geleneğinin etkisiyle 5.maddesinde
kuvvetler birliği anlamına gelen bir ifade kullanmakla beraber aslında
fonksiyonlar ayrılığını gerçekleştirmiştir.
Görülüyor
ki 24 ve 61 anayasalarının yasama ve yürütme yetkilerini bölüştürme şekilleri
arasında birincisinin kuvvetler birliği formülüne rağmen hiçbir fark yoktur.Her
iki halde de yürütme yetkisi CB ve onun tayin edeceği Bak.Kur. tarafından
kullanılmaktadır.Her iki anayasada da yürütme organının mahfuz bir düzenleme
yetkisi yoktur.Her iki anayasa idari işlemlerin mutlaka kanuna dayanması
zorunluluğunu ve kanun olmayan yerde idarenin de olamayacağı ilkesini kabul
etmiştir.Her iki anayasa yasama işlemlerine ,yürütme işlemlerinden daha üstün bir hukuki güç
tanımıştır.Nihayet her iki anayasa idarenin düzenleyici işlemlerinin temeli
konusunda hemen hemen aynı ifadeleri kullanmıştır.
1924 ve
1961 anayasaları arasında yasama ve yürütme fonksiyonlarının ayrılığı
bakımından gözlemlenen bu benzerlik yargı fonksiyonunun diğer iki diğer iki
fonksiyondan ayrılığı yönünden de aynen geçerlidir.Şüphesiz 61 anayasası yargı
organının bağımsızlığı konusunda 1924 anayasasından çok daha güvenceli bir
sistem kurmuştur.Ancak bu anayasanın getirdiği yenilikler yargı fonksiyonunun
ayrılığı ilkesine eğil bu ilkenin güvence ve yaptırımlarına ilişkindir.
Yasama ve
yürütme organlarının ayrılığı konusunda 1924 ve 1961 anayasalarının kabul etmiş
olduğu sistemden daha önemli bir sapma 1971 anayasa değişiklikleri ile Bak.Kur.’una
KHK çıkarma yetkisinin verilmiş olmasıdır.
V-!982
Anayasasında Kuvvetler (fonksiyonlar) Ayrılığı
82
anayasasının 7. maddesi 61 anayasasının 5.maddesine paralel olarak “yasama
yetkisi Türk Milleti adına TBMM’nindir.Bu yetki devredilemez” hükmünü ihtiva
etmektedir.Anayasanın 8.maddesi ise “yürütme yetkisi ve görevi” başlığı altında
“yürütme yetkisi ve görevi CB ve Bak.Kur. tarafından anayasa ve kanunlara uygun
olarak yerine getirilir” demektedir.Bu ifade ile 61 anayasasının 6.maddesi
arasında derhal dikkati çeken fark 61’de yürütmenin sadece bir “görev” olarak
nitelendirilmiş olmasına karşılık 82 anayasasının yürütmeyi bir yetki ve görev
olarak nitelendirmesidir.bu formülün “idarenin kanuniliği” ilkesini ortadan
kaldırmış olduğu iddia edilmez.Yürütmenin aynı zamanda bir görev olduğu 82
anayasasında da devam etmektedir.Dolayısıyla kanuni bir düzenlemenin mevcut
olduğu her yerde idarenin bu kanunu uygulama görevi de vardır.AY mahk.’si
yürütmenin bir yetki oluşunu Anayasanın 73,121,122,167. maddelerinde
düzenlenen” ayrık” durumlarda sınırlı görmektedir.Mahkemeye göre bu durumlar
dışında yürütmenin tüzük ve yönetmelik çıkarmak gibi klasik düzenleme yetkisi
idarenin kanuniliği ilkesi çerçevesinde sınırlı ve tamamlayıcı bir yetki
durumundadır.Bu bakımdan anayasada ifadesini bulan yukarıdaki ayrık haller
dışında yasalarla düzenlenmemiş bir alanda yürütmenin sübjektif hakları
etkileyen bir kural koyma yetkisi bulunmamaktadır.AY. mahk. Kararlarında
değinilen istisnai durumlar daha yakından incelendiğinde bunlardan ikisindeki
düzenleme yetkisinin de olağan düzenleme yetkisinden daha geniş olmakla
birlikte tümüyle asli veya özerk
sayılması güçtür.Anayasanın 73.maddesi Bak.Kur.’una verdiği yetkiyi ancak
kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde tanımaktadır.Dolayısıyla
burada doğrudan doğruya anayasadan doğan asli bir düzenleme yetkisinden değil
TBMM’nin kendi istediği takdirde gerçekleştireceği bir yetki devri”nden söz
etmek gerekir.167.madde de aynıdır.Görülüyor ki her iki durumda da yürütmenin
düzenleme yetkisi sonuçta bir kanunda kaynaklanmakta kanuna dayanmaktadır.Öte
yandan bu iki maddeye dayanan düzenleme yetkisinin idarenin düzenleme
yetkisinden hatta KHK çıkarma yetkisinden daha geniş olduğunda kuşku
yoktur.Çünkü bu tür düzenleyici işlemler KHK’lerin tabi olduğu kayıt ve
şartlara tabi değildirler.
Kitaba göre
82 anayasasından yürütmenin aynı zamanda bir yetki olarak nitelendirilişinin
gerçek önemi sıkıyönetim ve olağanüstü hal KHK’leriyle CB kararnamesinde
kendisini göstermektedir.Olağanüstü hal ve sıkıyönetim KHK’lerini çıkarma
yetkisi bir yetki kanunundan değil doğrudan doğruya anayasadan doğmaktadır.Bu
anlamda olağanüstü hal veya sıkıyönetim KHK’leri bir alanı doğrudan doğruya
düzenleyebilir.Yürütme bir yetki olarak değil sadece bir görev olarak nitelendirilmiş
olsaydı bu kararnamelerin hukuki mahiyeti anayasanın genel sistemi içinde
açıklamak hayli güçleşirdi.Aynı şekilde anayasanın 107.maddesine göre CB genel
sekreterliğinin kuruluş teşkilat ve çalışma esasları ile personel atama
işlemlerinin doğrudan doğruya CB kararnamesi ile düzenlenebilmesi de yürütmenin
asli düzenleme yetkisinin bir başka örneğidir.Bu iki istisnai durum dışında 82
anayasasının yasama ve yürütme fonksiyonlarının ayrılığı konusunda kabul ettiği
formülün 24 ve 61 anayasalarındaki kanunun üstünlüğüne dayanan sistemi temelde
değiştirmediği söylenebilir.
Yürütme
işlemlerinin kural olarak bir ön kanuni düzenlemeye dayanmaları zorunluluğunun
bir istisnası da yürütme organının doğrudan doğruya anayasadan kaynaklana
birtakım işlemleridir.Gerek 61 gerek 82 anayasalarında birçok örnekleri bulunan
bu işlemler genellikle CB’nin yürütme organının başı olma sıfatından değil
devletin başı olma sıfatından kaynaklanan işlemlerdir.Gene bunlar çoğunlukla
yürütme organının diğer iki devlet organıyla olan ilişkilerini
ilgilendirirler.1982 anayasasına göre CB’nin yasamaya ilişkin yetkileri
arasında TBMM’yi gerektiğinde toplantıya çağırmak ,kanunları tekrar görüşülmek
üzere meclise iade etmek,kanunları yayınlamak ,anayasa değişikliklerini
halkoyuna sunmak kanunlar KHK’ler ve TBMM içtüzüğü hakkında anayasa mahkemesine
iptal davası açmak gibi yetkileri vardır.CB’nin yargı organı ile ilgili
yetkileri Anayasada belirtilen bazı yüksek hakimleri seçmektir.Nihayet anayasa
yürütme ile ilgili alanlarda da CB’ ye bazı atama işlerini yapmak,belirli
kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak gibi birtakım yetkiler
vermiştir.
Yasama Fonksiyonu
I-Yasama
Fonksiyonunun Niteliği:
1961
anayasası gibi 1982 anayasası da yasama yetkisinin TBMM’ye ait olduğunu ve bu yetkinin
devredilemeyeceğini belirtmiş fakat “yasama yetkisi”nin ne olduğunu
belirtmemiştir.TBMM yetkilerini ya kanun ya da karar şeklinde kullanacağına
göre yasama yetkisini “TBMM’nin kanun yapma ve parlamento kararları alma
yetkisi olarak tanımlayabiliriz.1982 anayasasının “yasama yetkisi” başlığını
taşıyan 7.maddesinin Anayasa koyucunun yasama yetkisinin “kanun koyma” veya
87.maddedeki daha etraflı ifade ile “kanun koymak değiştirmek veya kaldırmak”
olarak gördüğünü anlatmaktadır.Anayasa koyucunun kanun deyiminden maddi manada
kanunu mu yoksa şekli manada kanunu mu kastettiği konusunda bir açıklık
yoktur.1961 anayasasının daha ayrıntılı olan gerekçesinde ise “kanun koymak
değiştirmek veya kaldırmaktan anlaşılması gereken kaide tasarruflar koyma
yetkisidir” denilmek suretiyle maddi kanun görüşüne yaklaşılmıştı.
Şüphesiz ki
gerek 61 gerek 82 anayasalarına göre maddi anlamda kanunların yanında şekli
anlamda kanunlar da vardır.Diğer bir deyimle kural-işlem olmadığı,bir objektif
hukuk kuralı koymadığı halde kanun adını taşıyan maddi kanunlarla aynı usüller
içerisinde yapılan aynı hukuki güce sahip olan ve aynı yargısal denetim
rejimine tabi bulunan birçok işlemler mevcuttur.Objektif hukuk kuralı ister
genelliği ile ister bireyler bakımından yeni hak ve yükümlülükler yaratmasıyla
ister bir kere uygulanmakla sona ermemesiyle tanımlansın anılan işlemlerin
hiçbir anlamda “kural” sayılmayacaklarında şüphe yoktur.Bu işlemlerden bazıları
82 anayasasının 61 anayasasının 64.maddesine paralel olan 87.maddesinde
sayılmıştır.Bunlardan bir kısmı (mesela ölüm cezalarının yerine getirilmesine
karar vermek) maddi mahiyeti bakımından bir sübjektif işlemdir.Diğer bazıları
ise şart-işlem mahiyeti taşımaktadır.Mesela bütçe kanunu yeni bir hukuk kuralı
yaratmaz,sadece yürürlükteki kurallar çerçevesinde devlet gelirlerinin
toplanmasına ve kamu harcamalarının
yapılmasına izin verir;diğer bir deyimle bu yetkilerin kullanılabilmesinin
şartını oluşturur.
1961
anayasası döneminde AY.mahk. bazı kararlarında kanun maddi anlamıyla
tanınmıştır.AY.mahk. 1982 anayasası döneminde de kanunu esas itibariyle
kural-işlem niteliğinde gören maddi kanun anlayışını devam ettirmiştir.Anayasa
mahkemesinin bu maddi kanun anlayışının pratik önemi nedir?TBMM’nin kanun değil
karar adı altında yaptığı işlemlerin maddi içerikleri bakımından kanun sayılıp
sayılmayacakları dolayısıyla mahkemenin anayasaya uygunluk denetiminin
kapsamına girip giremeyeceğinin belirlenmesi açısından kendini
göstermektedir.Anayasa Mahkemesi bir hukuki işlemi onu yapan organ tarafından nitelendiriliş
şekli ile kendisini bağlı saymamakta işlemin niteliğini bizzat inceleyerek eğer
o işlem denetime tabi işlemlerle aynı nitelik ve etkinlikte ise onun anayasaya
uygunluğu denetleme yetkisini kendisinde görmektedir.Dolayısıyla TBMM’nin karar
adı altında yaptığı bir işlem hukuki niteliği bakımından bir kural-işlem ise
onun kanun sayılarak AY.mahk.’ince denetlenmesi mümkün olacaktır.
AY:mahk.’nin
maddi kanun anlayışına ağırlık veren kararlarına karşılık 61 anayasası
döneminde Türk doktrini genellikle şekli kanun anlayışını benimsemiştir.Pozitif
anayasa hukukumuzda kanunun genel ,objektif,kişilik dışı ve geleceği
düzenleyici bir işlem olması gerektiğini belirten hiçbir kural
yoktur.Dolayısıyla bir kanun ,pek âlâ bireysel ve sübjektif bir işlem de olabilir.Türk
hukukunda kanun ancak şekli e organik kritere göre tanımlanabilir.Şu halde
kanun yasama organı tarafından kanun adı altında ve belirli yasama usüllerine
uyularak yapılan her türlü işlemdir.
II-Yasama
Yetkisinin Genelliği ve İlkelliği (Asliliği)
Bizim
hukukumuzda yasama yetkisinin genelliği kanunla düzenleme alanının konu
itibariyle sınırlandırılmamış olduğunu ;anayasaya aykırı olmamak şartıyla her
konunun kanunla düzenlenebileceğini ifade eder.Yasma yetkisinin genelliği
yürütme organına bırakılmış “mahfuz” bir
düzenleme yetkisinin bulunmadığını da anlatır.Nitekim kanun alanının
konu itibariyle sınırlandırıldığı bunun dışındaki alanlarda düzenleme
yetkisinin doğrudan doğruya yürütme organına bırakıldığı anayasalar bakımından
yasama yetkisinin genelliğinden söz edilmez.Yasama yetkisinin genelliği aynı
zamanda yasama organının bir konuyu dilediği ölçüde ayrıntılı olarak
düzenleyebileceği anlamına da gelir.Yasama organının bir konuyu genel
ilkelerini saptamakla yetinip düzenlemesini yürütme organına bırakması “iyi
yönetim” in gereklerine ve yasama organının yapısal niteliklerine uygun
düşebilir.Ancak bu konuda yasama organının hukuki bir yükümlülük altında olduğunu elbette söylemek mümkün
değildir.Yasama organı dilediği takdirde bir konuyu en ince ayrıntısına kadar
düzenleyebilir ve yürütme organına sadece bağlı yetkiler vererek bir idari
düzenleme alanına yer vermeyebilir.
Yasma
yetkisinin ilkelliği ise yasama organının bir konuyu doğrudan doğruya yani
araya herhangi bir işlem girmeksizin düzenleyebilmesidir.Türkiye’de yasama ve
yürütme fonksiyonları arasındaki en önemli fark da burada görülür.Yürütme
organı yukarıda görülen istisnalarla doğrudan doğruya hukuki işlemler yapmak
yetkisine sahip değildir.Yürütme organının işlemleri ister sübjektif ister düzenleyici
işlemler olsun daima o alanı önceden düzenlemiş olan bir kanuna dayanmak
zorundadır.Bu anlamda yürütme organının işlemleri kanunun izleyen kanundan
kaynaklanan(secundum legem) işlemlerdir.Sadece yasama organı bir konuyu ilkel
yani özerk ve serbest olarak düzenleyebilir.İdareci kendisini yetkilendiren bir
kanun hükmüne dayanmaksızın bireysel olsun düzenleyici olsun hiçbir işlem
yapamayacağı halde kanun yasama organının kendisine özgü iktidarına “teşebbüs
kudreti”ne dayanır.Bununla yakından ilgili bir fark da kanunun olduğu yerde
idare için onu uygulamanın sadece bir yetki değil aynı zamanda hukuki bir
yükümlülük olmasına karşın yasama organı anayasa karşısında bu anlamda
yükümlülük altında bulunmamasıdır.
III-Yasama
Yetkisinin Devredilmezliği
İlk bakışta
yasama yetkisinin devredilmezliği gibi bir kurala Anayasada yer verilmesi garip
karşılanabilir.Çünkü kamu hukukunda hiçbir devlet organı anayasadan veya
kanunlardan aldığı yetkiyi bu metinlerde açık bir izin olmaksızın başka bir
devlet organına devredemez.Bu anlamda devredilmezlik ilkesi sadece yasama
yetkisi bakımından değil bütün devlet organları ve devlet yetkileri bakımından
geçerlidir.Üstelik 7.maddede sözü geçen devredilemeyecek yasama yetkisi ile
gene olarak kural koyma fonksiyonunun kastedilmiş olamayacağı da açıktır.Bu
madde ile yasaklanmış olan her şeyden önce kanun adı altında veya bu adı
taşımasa bile kanunla eşdeğerde yada kanun gücüne sahip hukuki işlemler yapma
yetkisinin devredilmesidir.
Yasama
yetkisinin devredilmezliği ilkesinin T.C. uygulamasında nasıl anlaşıldığına
gelince bunun KHK’lerin anayasa
hukukumuza girdiği 1971 yılından önce ve sonra olmak üzere 2 dönemde
incelenmesi yerinde olur.24 anayasası döneminde anayasanın 6.maddesi yolundaki
açık hükümlerine rağmen uygulamalardaki bu hükümlerden sapmalar olmuştur.Mesela
1567 sayılı Türk parasının kıymetini korunması zımnında kararlar ittihazı” gibi
hemen hemen sınırsız genel ve belirsiz bir düzenleme yetkisi vermiştir.1961
anayasası döneminde de “yasama yetkisi Türk milleti adına TBMM’nindir.Bu yetki
devredilemez.”hükmüne rağmen anayasa mahkemesi 1963 yılında verdiği bir kararda
yukarıda değinilen Türk parasının kıymetini koruma hakkındaki kanunu anayasaya
aykırı bulmamıştır.1971 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle KHK’lerin hukukumuza
girmiş olması bu tartışmanın verilerini değiştirmiştir.KHK’ nin yürütmenin
diğer düzenleyici işlemlerinden farkı kanuna eşit hukuki güçte olmasıdır.Diğer
bir deyimle tüzük ve yönetmelik gibi diğer düzenleyici işlemlerin yürürlükteki
kanun hükümlerini değiştirmeleri veya kaldırmaları mümkün olmadığı halde KHK
ile yürürlükteki kanun hükümleri değiştirilebilir ya da kaldırılabilir.KHK’nin
yasama işlemi sayılıp sayılmaması yetki kanunu ile bakanlar kuruluna verilen
KHK çıkarma yetkisinin niteliği hakkında kabul edilecek görüşe bağlıdır.Eğer bu
yetki biraz daha genişletilmiş” basit bir düzenleme ise KHK’de tüzük ve
yönetmeliklerden nitelikçe farklı olmayan düzenleyici bir idari işlemden
ibarettir.Yok eğer KHK çıkarma yetkisi bir “yasama yetkisinin devri” bir
“delegation” ise KHK’nin fonksiyonel anlamda bir yasama işlemi olarak kabul
edilmesi gerekir.1961 anayasa döneminde bu görüşlerden ilkini savunuş olan
Prof. Duran’a göre KHK nitelikçe tüzükten farklı değildir.Ancak “yetki kanunun
verdiği düzenleme yetkisi alelade kanunda alınan aynı nitelikteki selahiyetten
daha geniş olabilir ve bir süre ile bağlıdır.Bu derece ve müddet ayrılığından
başka KHK ile tüzük arasında esasta bir fark yoktur.”Böylece yürütme organı
tarafından herhangi bir tüzük niteliği olan KHK yasama organı yönünden de
“alelade bir kanun tasarısından ibarettir.Biz bu görüşe 1961 anayasasındaki
düzenleme bakımından da katılamıyoruz.Tüzükler ve yürütmenin diğer düzenleyici
işlemleri ancak kanunlara aykırı olmamak şartıyla düzenlemede bulunabildikleri
halde KHK yürürlükteki uygulama hükümlerini kaldırabilmekte ve
değiştirebilmekte,diğer bir deyimle kanunun hukuki gücüne sahip
olmaktadır.KHK’nin bunu ancak yetki kanunundaki belirlenen alanda yapabilmesi
onun hukuki gücünü etkilemez.
KHK’lerin
1982 anayasasındaki düzenlenişi 1961 anayasasındakilerden temelde çok farklı
olmamakla beraber ,bu konuda getirilen bazı yenilikler KHK’lerin maddi bakımdan
birer yasama işlemi olduğu görüşünü daha da kuvvetlendirmiştir.Bu yeniliklerden
bir tanesi 1961 anayasasının aksine yetki kanununda KHK ile yürürlükten
kaldırılabilecek kanun hükümlerinin belirtilmesi zorunluluğunun ortadan
kaldırılmış olmasıdır.Bu konuda bir kanıt da Danışma Meclisince kabul edilen
Anayasa tasarısının yasama yetkisine ilişkin 7.maddesinde yasama yetkisinin
devredilemeyeceği belirtildikten sonra “Anayasa ile CB’ye ve Bak.Kur.’na
verilen KHK çıkarma yetkisi saklıdır.” Cümlesinin eklenmiş olmasıdır.Böylece
danışma meclisi KHK’leri yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesinin bir
istisnası olarak gördüğünü açıkça ifade etmiştir.
Yasama İşlemleri
I-Kanun:
Türk
hukukunda kanunun maddi anlamda değil ancak şekli anlamda tanımlanabileceği
yasama yetkisinin de genel ve sınırsız olduğu yukarıda belirtilmişti.Bu iki
ilke kanunun ne konusu ne de hukuki mahiyeti açısından tanımlanmasının mümkün
olduğunu ortaya koymuştur.Bununla birlikte şekli kanun anlayışını kabul eden
yazarlar da yasama organının istisnasız her türlü hukuki işlemi kanun biçiminde
yapamayacağını kabul etmekte,görüşlerini bir takım istisnalarla
yumuşatmaktadırlar.Üzerinde herkesin birleştiği bir istisna yasama organının
maddi bakımdan yargı işlemi niteliğinde bir işlemi kanun biçiminde
yapamayacağıdır.Ancak istisnalara şüphesiz bundan ibaret değildir.Şekli
kriterciler bir kısım yürütme işlemlerinin de kanun biçiminde yapılamayacağını
kabul etmektedirler.Yürütme mevcut kanunların uygulanması veya uygulanmasının
sağlanması demek olduğuna göre kanunları uygulayıcı işlemlerin yasama organı
tarafından yasama organı tarafından yapılmasına imkan yoktur.Diğer bir deyimle
Türkiye’de yürütme organının mahfuz bir düzenleme yetkisi olmamakla birlikte
mahfuz bir düzenleme alanı vardır.O da yürürlükteki kanunların
uygulanmasıdır.Yasama organı bu alana müdahale edemez.Gene hukukumuzda belli
bir kişiye kanunla mükellefiyet yüklenemeyeceği kuşkusuzdur.Bu gerçek
kanunların mutlaka kural işlem niteliği taşıması gerektiği görüşüne değil hukuk
devleti ve kanun önünde eşitlik ilkesine dayandırılmaktadır.Belli bir kişiye
kanunla yükümlülük yüklenemeyeceği gibi belli bir kişiyi kanuni
yükümlülüklerden kurtaran bir kanunun da çıkarılmaması gerekir.
II-Özel
Nitelikli Kanunlar:Anayasamız kanun biçiminde yapılan bazı yasama işlemlerini
taşıdıkları özel nitelikler sebebiyle özel bir görüşülme usülüne hatta özel bir
hukuki statüye tabi tutmuştur.Bunlar bütçe ve kesinhesap kanunları ile
milletlerarası antlaşmaların uygun bulunması hakkındaki kanunlardır.
1-Bütçe
Kanunu:Bütçe kanunun hukuki mahiyeti bakımından bir kural-işlem değil devlete
ve diğer kamu tüzel kişilerine kamu harcamalarında bulunmak ve kamu gelirlerini
toplamak konusunda belli bir süre için
yetki veren bir şart-işlemdir.Anayasamızda bütçenin yıllık olması ilkesi
kabul edilmiştir.Bütçe kanunun özel hukuki niteliği dolayısıyla bu kanuna bütçe
ile ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamayacağı gerek 1961 gerekse 1982
anayasalarında belirtilmiştir.Şüphesiz bu hüküm bütçe kanunun ile mevcut olan
kanun hükümlerinde açık veya zımni değişiklik yapılmasını veya mevcut kanun
hükümlerinin kaldırılmasını da yasaklamıştır.
Bütçe
kanunun hukuki rejimi yönünden bir kanun olmakla beraber bunun taşıdığı
özellikler nedeniyle anayasa bütçenin görüşülmesini ve kabulünü diğer kanunlar
hakkındaki genel hükümlere tabi tutmamış bu konuda özel bir yöntem
benimsemiştir(mad.162/1-2).Bütçe komisyonunun oluşmasında iktidar partisi
grubuna en az 25 üyelik verilmesi hükmü “içtüzük hükümleri siyasi parti
gruplarının Meclisin bütün faaliyetlerine üye sayısı oranında katılmalarını
sağlayacak yolda düzenlenir.” Yolundaki genel kuralın bir istisnasıdır.Hükmün
amacı hükümetin genel siyasetinin bir aracı olan bütçe kanunun bütünlüğünün ve
tutarlılığının Bütçe komisyonunda bozulmasını önlemektir.Bütçe komisyonu Bütçe
kanun tasarısını 55 gün içinde görüşerek karara bağlar.Komisyonun kabul ettiği
metin de TBMM’de görüşülerek mali yılın başına kadar karara bağlanır.1982
anayasası 61 anayasasından farklı olarak bütçelerde değişiklik yapılmasında
uyulacak esasları da belirlemiştir(mad.163).Bütçe kanununu diğer kanunlardan
ayıran bir özelliği ise CB tarafından bir kere daha görüşülmek üzere TBMM’ye
geri gönderilmesi hükmünün dışında tutulmuş olmasıdır.Bu hüküm (mad.93) bütçe
kanunun süreli niteliğinden kaynaklanmaktadır.Gerçekten bütçe kanunu mali
yılbaşına kadar çıkarılamaması haline devlet faaliyetleri felce
uğrayacaktır.Buna karşılık bütçe kanunu denetim rejimi bakımından diğer
kanunlarla aynı hükümlere tabi tutulmuştur.Bütçe kanununu şekil ve esas
yönünden anayasaya aykırılığı yüzünden diğer kanunlarda olduğu gibi Anayasa
mahkemesine başvurulabilir.
2-Kesin
Hesap Kanunu:Bütçe kanununu kabul etme yetkisine sahip olan yasama
meclisi,doğal olarak bu kanunun uygulanmasını denetleme yetkisine de
sahiptir.Bütçenin denetlenmesi gelirlerin toplanmasının ve harcamaların bütçeye
uygun olarak gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılmasını içerir.Bu denetleme
kural olarak TBMM adına bir anayasal kuruluş olan Sayıştay tarafından
yapılır.(mad.160).TBMM’nin bütçenin uygulanışı üzerindeki denetimi ise
kesinhesap kanunu tasarılarını kabul etmek suretiyle olur.TBMM kesinhesap
kanunu tasarılarını görüşüp kabul etmekle hükümeti ibra etmiş olur.Görülüyor ki
bütçe kanunları gibi kesin hesap kanunları da kanun biçiminde kabul edilmek ve
kanun statüsüne tabi olmakla birlikte hukuk normu yaratan maddi anlamda kanun
değildir.
3-Milletlerarası
Antlaşmaların Uygun Bulunması:1982 anayasası (mad.90) milletlerarası
antlaşmaların uygun bulunmasına ilişkin 1961 anayasası hükmünü (mad.65)
“uygulamada iyi işlediği ve ihtiyaca cevap verdiği” gerekçesiyle aynen kabul
etmiştir.Her iki anayasanın benimsediği sistem antlaşmaların onaylanması
yetkisini yasama ve yürütme organları arasında paylaştırmıştır.Anayasamıza göre
antlaşmaları onaylamaya yetkili makam CB’dir.Ancak CB’nin onay yetkisini
kullanabilmesi kural olarak TBMM’nin onaylamayı kanunla uygun bulmasına
bağlıdır.Anayasanın antlaşmaların onaylanması konusunda kabul ettiği genel
kural TBMM’nin bir kanunla önceden verdiği bir mezuniyete dayanarak onay
işleminin CB tarafından yapılması olmakla beraber Anayasanın 90.maddesinin 2.
ve 3. fıkraları bu kurala iki istisna getirmektedir.2. fıkrada bahsi geçen
“antlaşmaların TBMM’nin bilgisine sunulması TBMM’nin antlaşma üzerinde herhangi
bir işlem yapma yetkisi vermez.Yasama organı antlaşmayı uygun bulmazsa ancak
bakanlar kurulu üzerinde siyasal denetim mekanizmasını harekete geçirebilir bu
da antlaşmanın milletlerarası geçerliliğini ve bağlayıcılığını herhangi bir
surette etkilemez.
Anayasanın
90.maddesinin son fıkrasına göre “usülüne göre yürürlüğe konmuş milletlerarası
antlaşmalar kanun hükmündedir.Bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile
AY.’ye başvurulamaz”Görülüyor ki bu fıkra antlaşmaların anayasaya uygunluğunun
gerek soyut gerek somut norm denetimi yoluyla Anayasa Mahk. Tarafından
denetlenebilmesi imkanı vermemektedir.Bu yasaklayıcı hükmün bir yandan devletin
milletlerarası sorumluluğuna meydan vermemek öte yandan Türkiye’nin
devletler-üstü nitelik taşıyan dolayısıyla anayasamızın bazı hükümleriyle
çelişebilecek olan milletlerarası kuruluşlara girebilmesini sağlamak gibi iki
düşünceden kaynaklandığı söylenebilir.Kanun ile antlaşma arasında bir çatışma
olduğunda mahkemeler milletlerarası antlaşma hükümlerine göre karar
vermelidirler.
Bir görüşe
göre Antlaşmanın kendisi yargı organlarınca denetlenemezse de uygun bulma
kanununa karşı Ay.Mahk.’ne onay kararlarına karşı da Danıştay’a dava
açılabilir.Anayasada bunu yasaklayan bir hüküm yoktur ve yargı denetimini
ortadan kaldırması bakımından istisnai nitelik taşıyan anayasa hükmünü
daraltıcı bir şekilde yorumlamak gerekir.Buna karşılık böyle bir yorumun
Anayasa tarafından yasaklanan yargı denetiminin usül saptırması yoluyla
gerçekleştirilmesi anlamına geleceği ileri sürülebilir.Fransız hukukunun
“ayrılabilir işlem” kavramından esinlenerek denilebilir ki “eğer uygun bulma
kanunu onaylanmasını uygun bulduğu antlaşmadan ayrılabiliyor,bağımsız olarak
kendi başına hüküm ifade edebiliyor ve iç hukuk düzeninde etki yapabiliyor ise
bu kanunun anayasaya aykırılığı iddiası ile AY.mahk.’ne dava açılabilir. Yok
eğer tersi ise dava açılamaz.”Uygun bulma kanunları hemen daima antlaşmanın
uygun bulunduğunu gösteren basit bir hükümden ibaret olduğuna göre söz konusu
ayrım gereğince AY.mahk.başvurabilme ihtimali son derce zayıftır.Buna karşılık
uygun bulma kanununun Anayasa Mahk.’ince şekil yönünden denetlenebileceği
savunulabilir;çünkü kanun şekil yönünden anayasaya aykırı olması halinde
TBMM’nin geçerli biçimde ortaya çıkmış bir iradesi yoktur.Başka bir deyimle
yolsuz onay söz konusudur.
Bakanlar
Kurulunun onay kararnamelerine gelince bunların organik bakımdan birer idari
işlem olmaları nedeniyle Danıştay’ın denetimine tabi oldukları bazı yazarlarca
ileri sürülmektedir.Bu görüşe göre Danıştay antlaşma hükümlerinin anayasaya
uygunluğunu inceleyememekle birlikte eğer bakanlar kurulu anayasanın ve kanunun
kendilerine verdiği yetkileri aşmak suretiyle bir antlaşmayı onaylamışsa bu
kararnameyi iptal edebilir.Bizce yolsuz onay durumunda mahkemelerin denetim
yetkisi kural olarak var olmakla birlikte Anayasa 90.maddesi son fıkrasınca
onay kararnameleri Danıştay’ca denetlenemez.Çünkü anayasa usülüne göre
yürürlüğe girmiş milletlerarası antlaşmaların “kanun hükmünde “olduğunu
belirtmiştir.Gerçi kanun hükmünde olanın onay kararnamesi değil antlaşmanın
kendisi olduğu ileri sürülebilir.Ancak burada bu iki işlem birbirinden ayrılmaz
niteliktedir.Onay kararnamesinin iptali antlaşmanın da yürürlükten kalkması
sonucunu doğurur ki bu da Danıştay’a kanun hükmüne bir işlemi ortadan kaldırma
yetkisi tanımış olacaktır.Yürütme organının yetkilerini aşarak onaylaması
halinde bizce yasama organı sadece siyasal denetim mekanizmalarını harekete
geçirebilir.
III-Parlamento
Kararları
Parlamento
kararları TBMM’nin kanun dışındaki bütün işlemleridir.Parlamento kararlarının
konu yönünden çok çeşitli oluşları bunların tam bir tasnifinin yapılmasını da
güçleştirmektedir.Boudet parlamento kararlarını meclisin iç çalışmalarına
ilişkin kararlar ve meclis dışındaki bir organın bir eylemini veya meclis
dışındaki bir organ üzerindeki bir denetimi içeren kararlar olmak üzere ikiye
ayırır.
Yasama
meclislerinin iç örgütlenişlerine ve çalışmalarına ilişkin kararlar parlamento
kararlarının büyük bit bölümünü oluşturur.Mesela TBMM kendi içtüzüğünü yapması
veya değiştirmesi,kendi başkanını veya başkanlık divanını seçmesi bunlara
örnektir.Bu kararların konuları anayasada hatta meclis içtüzüğünde
sınırlandırılmış değildir.Meclis kural olarak kendi iç örgütlenişi veya
çalışmaları hakkında dilediği kararı alabilir.Şüphesiz bu kararların bir
içtüzük düzenlemesi niteliği taşıması ve içerik yönünden de Anayasaya aykırı
olması halinde Anayasa Mahk.’ince iptal edilmeleri mümkündür.
Parlamento
kararlarının ikinci bir bölümü yasama meclisinin yürütme organı ile
ilişkilerini ilgilendirir.Parlamenter rejimin mekanizması içinde yasama
meclisinin bu tür kararlar alması doğal ve zorunludur.Mesela TBMM tarafından
Başbakan veya bakanlar hakkında meclis soruşturması açılması ve Yüce Divan’a
sevk kararı (mad.100) CB’nin vatan hainliğinden dolayı TBMM tarafından
suçlandırılması kararı gibi...Anayasamız gene bir kategori olarak parlamento
kararlarını yargı denetimine tabi tutmuş değildir.Sadece bu kararlardan 2
türünün Anayasa Mahk.’ince denetlenebileceğini anayasada açıkça
belirtmiştir.Bunlar yasama meclisi içtüzükleri ile yasama dokunulmazlığının
kaldırılması veya üyeliğin düşmesi ile ilgili kararlarıdır.Parlamento
kararlarının bu iki istisna dışında yargı denetimi dışında bırakılmasının hukuk
devleti açısından önemli bir sakınca olarak görülmesi abartılıdır.Her şeyden
önce vatandaşlar için uyulması zorunlu genel hukuk kurallarının bu parlamento
kararları ile koyulamayacağı unutulmamalıdır.
Parlamento
kararlarının pek büyük bölümünün nitelikleri itibariyle kişi haklarını
etkilemeyeceği açıktır.İlk bakışta kişi haklarını etkileyebilecek gibi görünen
olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilan durumlarında ise iki hukuki işlemin
birbirine eklendiği görülmektedir.Bunlardan birincisi organik bakımdan idari
işlem olan Bak.Kur. kararı diğeri de bu kararın onanmasına dair TBMM kararıdır.
IV-İçtüzük
Yasama
meclislerinin kendi çalışmalarını düzenlemek amacıyla koydukları kurallara
“içtüzük” denir.Duguit içtüzüğü “her meclisin düzenini ve çalışma yöntemini
belirleyen genel nitelikteki hükümlerin tümü” olarak tanımlamaktadır.Bu anlamda
içtüzük her meclisin kendi kanunu olarak kabul edilebilir.Anayasamıza göre
(mad.95/1) “TBMM çalışmalarını kendi yaptığı içtüzük hükümlerine göre
yürütür”.Meclislerin içtüzüklerini bizzat yapmaları onların diğer devlet
organları özellikle yürütme organı karşısındaki bağımsızlıkların bir belirtisi
ve sembolüdür.Buna,yasama meclislerinin “yöntemsel bağımsızlığı” adı
verilebilir.Anayasada açık bir hüküm olmasa bile meclislerin kendi
içtüzüklerini yapmak yetkisine sahip olduklarını kabulü gerekir.Öte yandan
içtüzükler aralarındaki bir takım benzerliklere rağmen kanun da değildir.Kanunlar
iki meclisli bir sistemde meclislerin ortak iradesinin bir ürünü oldukları
halde meclislerden her biri kendi içtüzüğünü yapmaya yetkilidir.Kanunla içtüzük
arasındaki daha da önemli bir fark konu bakımından mevcut olan farktır.Kanunun
vatandaşlar için haklar ve yükümlülükler yaratabilmesine karşılık içtüzükler
kural olarak sadece yasama meclisi üyelerini bağlar ve meclis dışında bir
uygulama alanına sahip olmaları düşünülemez.
Yasama
meclislerinin iç çalışmalarını düzenleyen metinler olarak içtüzükleri teknik
yönleri ağır basan dolayısıyla siyasal önemi fazla olmayan hukuk kuralları
saymak doğru değildir.Tersine içtüzükler meclis çalışmalarının etkinliğini ve
verimliliğini meclis iradesinin gerçeğe uygun biçimde yansıyıp yansımamasını
belirleyen iktidar-muhalefet ilişkilerini büyük ölçüde etkileyen temel siyasal
önemde hukuk kurallarıdır.Yasama meclislerinin kendi içtüzüklerini yapma
yetkilerinin bir sonucu da meclislerin bu içtüzükleri diledikleri zaman
değiştirebilmesidir.Meclisin varlığının dayandığı anayasal temeller devam
ettiği sürece ve her meclisini kendi içtüzüğünü değiştirme hakkı da şüphesiz
saklı kalmak kaydıyla bir içtüzük onu kabul eden meclisin görev süresinin
bitiminden sonra da geçerliliğini korur.İçtüzüklerin konusu yasama meclislerinin
“çalışmaları” nın düzenlenmesidir.(mad.95/1).Bu nedenle içtüzüklere meclis
çalışmalarıyla ilgili olmayan hükümler konulamaz.Özellikle içtüzüklerin yasama
meclisleri dışındaki kişileri bağlayıcı onlar bakımından yükümlülükler getirici
kurallar koyamayacağında kuşku yoktur.
İçtüzük ve
içtüzük değişiklikleri TBMM üyelerince önerilir.Halen yürürlükte olan Millet
Meclisi içtüzüğünce (mad.157)içtüzükte değişiklik yapılmasını öngören
tekliflere “kanun teklifleri hakkındaki hükümler uygulanır.Bu teklifler anayasa
komisyonunda incelendikten sonra bu komisyonun raporu esas olmak üzere genel
kurulda görüşülür ve sonuçlandırılır.”Genellikle parlamentoların yöntemsel
bağımsızlığı ilkesi içtüzüklerin ve içtüzük uygulamalarının herhangi bir
yargısal denetime tabi olmamalarını da içerir.Ancak T.C.Anayasası içtüzüklerin
büyük siyasal önemini göz önünde bulundurarak onları anayasaya uygunluk
denetimi bakımından kanunlarla esas itibariyle aynı hükümlere bağlamıştır.Bizim
uygulamamızda AY Mahk.’nin denetim yetkisi sadece içtüzük veya içtüzük
değişikliği adını taşıyan ,işlemleri değil fakat mahkemenin “içtüzük
düzenlemesi” niteliğinde gördüğü diğer meclis kararlarını da
kapsamaktadır.Anayasa Mahk..bir meclis kararının içtüzük düzenlemesi
niteliğinde olup olmadığını belirlerken ilgili kararın çözdüğü konu
alınmasındaki erek (amaç) ve gördüğü işin niteliği kriterlerinden
yararlanmaktadır.
Yürütme Fonksiyonu ve
Yürütme İşlemleri
I-Yürütme
Fonksiyonunun Niteliği
Yürütme
fonksiyonunun maddi anlamda tanımlanamayacağında kuşku yoktur.Diğer bir deyimle
Türkiye’de yürütme fonksiyonu sadece özel,somut,bireysel işlemler yapmaktan
ibaret sayılamaz.Yürütme fonksiyonu kavramına bu tür işlemler kadar düzenleyici
ve kural koyucu işlemler de girer.1924 anayasası tüzüklerden,1961 anayasası
tüzük ve yönetmeliklerden açıkça söz etmiştir.1961 anayasasında 1488 sayılı
kanunla yapılan değişiklik yürütmenin düzenleyici işlemlerine KHK’leri de
eklemiştir.1982 anayasası her üç düzenleyici işlem türüne de yer
vermiştir.Görülüyor ki cumhuriyetin bütün anayasalarında yürütme organına
düzenleyici işlemler yapma yetkisi doğrudan doğruya anayasadan doğmuştur.Ancak
anayasada böyle açık hüküm olmasa dahi yürütme organının düzenleme yetkisine
sahip olduğu bu yetkinin yürütme ve idare fonksiyonunun mahiyetinden doğduğu
söylenebilir.Daha hukuki bir gerekçe olarak da idarenin düzenleme yetkisinin
doğrudan doğruya onun takdir yetkisinden doğduğu söylenebilir.İdarenin bütün
yetkilerinin “bağlı yetkiler” olmayacağı idare kavramının zorunlu olarak takdir
yetkisini de içereceği açıktır.Yürütmenin düzenleme yetkisinin sadece anılan
pozitif anayasa normlarından doğmadığı yolunda gösterilebilecek bir kanıt da
gerek 1924 gerekse 1961 anayasaları dönem,inde anayasada açıkça
belirtilenlerden başka düzenleyici işlemlerin de yapılmış ve bu uygulamanın
gerek doktrinde gerek yargı kararlarında anayasaya aykırı görülmemiş
olmasıdır.Aynı görüş 1961 anayasası döneminde anayasa mahkemesince de
benimsenmiştir.1982 anayasası döneminde de yürütmenin karar tebliğ sirküler
gibi değişik adlar altında düzenleyici işlemler yapma uygulaması devam
etmiştir.Kendisinden önceki cumhuriyet anayasaları gibi 82 anayasası da yürütme
fonksiyonunun bir tanımını vermiş değildir.anayasanın 8.maddesine göre “yürütme
yetkisi ve görevi CB ve Bak.Kur.’u tarafından anayasaya ve kanunlara uygun
olarak yerine getirilir.Anayasamız yürütmenin düzenleyici işlemlerini
KHK,tüzük,yönetmelik ve CB kararnamesi olarak belirlemiştir.
II-Kanun
Hükmünde Kararnameler:
1-Kavram ve
Nitelik:
1924 anayasasında ve 1961
anayasasının ilk şeklinde mevcut olmayan KHK,bu anayasada 1971 yılında yapılan
değişikliklerle hukukumuza girmiştir.KHK daha farklı bir biçimde 1876 Kanun-i
Esasi’de de mevcuttu.36.maddeye göre Meclis-i Umumi toplanık olmadığı
zamanlarda bazı durumlarda Kanun-i Esasi’ye aykırı olmamak şartıyla Bak.Kur. ve
padişahın onayıyla Heyet-i Mebusan’ın toplanıp karar vereceği zamana kadar
geçerli olmak kaydıyla kanun hüküm ve kuvvetinde kararnameler çıkarılabilirdi.
2-Yetki:
Gerek değişik 61 gerek 82
anayasalarına göre KHK çıkarma yetkisi Bak.Kur.’undur.Aslında Bak.Kur.’un KHK çıkarma yetkisi de doğrudan doğruya
anayasadan kaynaklanan değil Bak.Kur.’una bu yetkiyi veren yetki kanunundan
doğar.Önceden bir yetki kanunu ile yetkilendirilmedikçe Bak.Kur. KHK
çıkaramaz.”yetki kanunu, çıkarılacak
KHK’nin amacını kapsamını ilkelerini kullanma süresini ve süresi içinde
birden fazla kararname çıkarılıp çıkarılmayacağını gösterir”.1961 anayasasından
farklı olarak “yürürlükten kaldırılacak kanun hükümlerinin açıkça gösterilmesi
şartı ortadan kaldırılmış;buna karşılık yetki süresi içinde birden fazla
kararname çıkarılıp çıkarılamayacağının yetki kanununda belirtilmesi şartı
konmuştur.Yetki kanunun anayasada sayılan unsurlardan bir tanesini belirtmemesi
bu kanunu anayasaya aykırı kılar.Anayasaya aykırı olarak çıkarılmış bir yetki
kanununa dayanan bir KHK’nin de kendisi içerik yönünden anayasaya aykırı bir
hüküm taşımasa dahi Anayasaya aykırı sayılması gerekir.Aksi halde Anayasanın
uygun gördüğü ölçünün ötesinde bir yetki devri söz konusu olur.Anayasaya
uygunluk denetiminin içerisine öncelikle KHK’nin yetki yasasına uygunluğu
girer.Yetki yasası olmazsa KHK olmaz.Bu yetkinin dışına çıkılması KHK’yi
anayasaya aykırı kılar.KHK yetki yasasına ve içeriği yönünden de anayasaya
aykırı olmasa dahi dayandığı yetki yasası anayasaya aykırı ise bu nedenle
iptali gerekir.1982 anayasası KHK çıkarma “yetki”sini değişik 61 anayasasından
daha ayrıntılı şekilde düzenlemiş,61 anayasasında öngörülmemiş bazı durumlara
ait hükümler getirmiştir.Mesela “Bak.Kur’unun istifası düşürülmesi veya yasama
döneminin bitmesi belli süre için verilmiş olan yetkinin sona ermesine sebep
olmaz”.”Kanun hükmünde kararnamenin TBMM tarafından süre bitiminden önce
onaylanması sırasında yetkinin son bulduğu veya süre bitimine kadar devam ettiği
de belirtilir.”
3-Konu:
KHK’nin “konu”su genel çerçevesi
itibariyle yetki kanununda belirlenir.Yetki kanunu KHK’nin amacını kapsamını ve
ilkelerini göstermek zorunda olduğuna göre yetki somutlaştırılmış belli bir
alanda tanınmış olmaktadır.KHK’nin konusu yetki kanununda belirlenmiş alanın
dışına çıkamaz.Ayrıca anayasa 61 anayasasının ilgili hükmüne paralel olarak KHK
ile düzenlenemeyecek olan bazı konuları da belirtmiştir.Bu hükme göre
“sıkıyönetim ve olağanüstü halle saklı kalmak kaydıyla Anayasanın 2.kısmındaki
1. ve 2. bölümlerinde yer alan temel haklar,kişi hakları ve ödevleri ile
4.bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevler KHK ile düzenlenemez.Ayrıca
AY’nın 163.maddesi Bak.Kur’na KHK ile bütçede değişiklik yapma yetkisinin
verilmesini de yasaklamıştır.
4-Usül ve
Şekil:
Usül ve şekil unsuru bakımından
KHK’ler Bak.Kur’nun diğer kararnamelerinden farksızdır.Anayasa CB’nin görevleri
arasında “kararnameleri imzalamak” tan söz ettiğine göre KHK’lerin de CB
tarafından imzalanması gerekir.Tüzüklerin CB tarafından yayınlanacağına ilişkin
hüküm bu görüşü doğrulamaktadır.KHK’ler R.G.’ de yayınlandıkları gün yürürlüğe
girerler.Ancak kararnamede yürürlüğe giriş tarihi olarak daha sonraki bir gün
de gösterilebilir.82 anayasası değişik 61 anayasası gibi KHK’leri TBMM’nin
denetimine tabi tutmuştur.Anayasaya göre “kararnameler R.G’de yayınlandıkları
gün meclise sunulur.Yetki kanunları ve bunlara dayanan KHK’ler TBMM
komisyonları ve Genel Kurulunda öncelikle ve ivedilikle görüşülür.”Öncelik ve
ivedilik şartıyla KHK’lerin mümkün olan süratle TBMM’nin kesin kararına
bağlanması sağlanmak istenmiştir.Ancak anayasa KHK’lerin TBMM’de görüşülüp
karara bağlanması için belli bir süre tayin etmemiştir.Bak.Kur.’unun bir konuda
birden fazla KHK çıkarıp TBMM’ye sunması halinde TBMM bunları hangi sıra ile
görüşecektir?Anayasa ve içtüzükte düzenlenmemiş olan bu konuda 3 yöntem
düşünülebilir.TBMM istediğinden başlaması,ilk tarihliden başlanması,son
tarihliden başlanması.Uygulamada TBMM istediğinden başlaması görülür.
Bak.Kur.
TBMM’ye sunmuş olduğu KHK’yi meclis kararından önce yetki süresi içinde geri
alabilir veya değiştirebilir mi?61 anayasası döneminde de tartışmalı olan bu
konuya 82 anayasasını getirdiği bir yeniliği de göz önünde tutarak şu cevap
verilebilir.82 anayasasına göre yetki kanunun “süresi içinde birden fazla
kararname çıkarıp çıkarmayacağının da belirtilmiş olması gerekir.Eğer yetki
kanunu o konuda bir tek KHK çıkarılmasına yetki vermiş ise aynı konunun başka
bir KHK ile düzenlenmesi ihtimali yoktur.Yani değiştirmek de söz konusu
değildir.Hatta çıkarılmış olan KHK’nin geri alınması da mümkün olmaması
gerekir;çünkü geri alma işlemi yeni bir KHK çıkarılmasını gerektirecektir.Buna
karşılık şayet yetki kanunu birden fazla kararname yetkisi tanımış ise
Bak.Kur.’nun daha önceki KHK’yi değiştirebilmesi veya geri alabilmesi
gerekir.Ancak şüphesiz geri alma bir KHK’yi geçmişe şamil olarak yürürlükten
kaldırmaz.KHK geri alındığı tarihe kadar geçerliliğini sürdürür.Tartışılması
gereken bir sorun da TBMM’nin KHK’ler üzerinde denetimi sırasında yapacağı
işlemlerin hukuki niteliğidir.Anayasanın 91.maddesine göre TBMM bir KHK’yi
olduğu gibi kabul edebileceği gibi değiştirmesi veya tümüyle reddetmesi de
mümkündür.TBMM bu kabul red veya değiştirme işlemlerini bir kanun biçiminde mi
yoksa bir karar biçiminde mi yapacaktır.Anayasadaki ifade ilk bakışta bu
işlemlerin bir karar şeklinde olacağı izlenimini uyandırabilir.Oysa 87.madde
TBMM’nin yetkilerini sayarken para basılmasına genel veya özel af ilanına
“karar vermekten” söz ettiği halde bu işlemlerin hepsi kanun biçiminde
yapılmaktadır.Genel kanı,TBMM işleminin bir kanun şeklinde ortaya çıkması
gerektiği yolundadır.AY.mahk.’de bir kararında aynen kabul durumuna
değinmemekle beraber TBMM’nin red veya değiştirerek kabul biçiminde oluşturduğu
metinlerin birer kanun olduğu kuşkusuzdur” görüşüne varmıştır.TBMM’nin KHK
üzerinde işleminin bir kanun olacağı kabul edildiğine göre bu kanunun KHK’den
ayrı bir onay kanunu niteliğimi taşıyacağı yoksa KHK’yi kanun metni içinde
bütünleştirerek KHK maddelerini kanun maddeleri haline mi dönüştüreceği
tartışmalıdır.Kanımızca TBMM bir KHK’yi ister aynen ister değiştirerek kabul
etsin onay kanunun KHK’yi kanun haline dönüştürdüğünü kabul etmek gerekir.Aksi
halde aynı konunun iki ayrı tür işlemle düzenlenmesi gibi garip bir durum
ortaya çıkar.TBMM KHK’nin reddine karar verirse KHK bu kararın R.G’de
yayınlandığı tarihte yürürlükten kalkar.Değiştirilerek kabul edilen KHK’nin
değiştirilmiş hükümleri bu değişikliklerin R.G’de yayınlandığı gün yürürlüğe
girer.Diğer bir deyimle reddedilen veya değiştirilen KHK,red veya değişikliği
içeren kanunun yayınlanmasına kadar geçerliliğini korur.Dolayısıyla bu KHK
hükümlerine dayanılarak yapılmış uygulama işlemleri ve kazanılmış haklar da pek
tabii olarak saklı kalır.KHK’nin TBMM tarafından reddi halinde bu KHK ile
kaldırılmış olan kanun hükümlerinin kendiliğinden uygulanabilir hale gelip
gelmeyeceği tartışmalıdır.Prof. Duran’a göre KHK ile kaldırılan kanun hükümleri
bir çeşit infisahi şarta bağlı olarak yürürlükten kaldırılmış veya
uygulanabilirlikleri askıya alınmıştır.Meclisin reddi yani bozucu şartın
gerçekleşmesi ile bu kanun hükümlerinin kendiliğinden yürürlüğe girmesi icap
eder.Bizce bunun mümkün olmaması gerekir.Çünkü hukukun genel teorisinde kabul
edildiği üzere,bir kanunu ilga eden bir kanunun başka bir kanunla ilga edilmesi
sonucunda ilk kanun tekrar yürürlüğe girmez.
5-Denetim:
1961 ve 82 anayasalarına göre
AY.mahk. KHK’lerin anayasaya şekil ve esas bakımından uygunluğunu denetler.61
anayasası döneminde bazı yazarlar,KHK’lerin gerek AY mahk.’si gerek Danıştay’ca
denetlenebilmesini savunmakla beraber 82 anayasası KHK’leri fonksiyonel
bakımdan yasama işlemi niteliğinde gördüğüne göre artık Danıştay’ın herhangi
bir aşamada KHK’leri denetlemesi söz konusu olamaz.KHK’nin kendi içeriğinin
anayasaya aykırı olmaması fakat yetki kanunun olması halinde bunun da bir
anayasa sorunu oluşturacağını dolayısıyla AY.mahk.’nin denetim yetkisine tabi
olacağı açıktır.Çünkü aksi halde anayasanın öngörmediği bir yetki devrine imkan
verilmiş olacaktır.AY.mahk. 1992 yılından itibaren dayandıkları yetki kanunu
iptal edilen KHK’lerin içerikleri anayasaya aykırı olmasa dahi iptal edilmeleri
gerektiği yönünde kararlı bir içtihat oluşturmuştur.
III-Sıkıyönetim
ve Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri:
1982 anayasası 61 anayasasının
aksine ancak sıkıyönetim halinde veya olağanüstü hallerde çıkarılabilen ve
olağan KHK’lerden önemli farklarla ayrılan kendine özgü bir KHK türüne yer
vermiştir.Bu KHK’ler olağan KHK’lerden şu yönleriyle ayrılmaktadır:
1-Yetki:Olağan
KHK’lerde yetki Bak.Kur.’unun olduğu halde sıkıyönetim ve olağanüstü hal
KHK’leri CB başkanlığında toplanan Bak.Kur. tarafından çıkarılır.Dolayısıyla bu
KHK’lerde CB’nin iradesi olağan KHK’lerdeki gibi Bak.Kur. kararnamesine eklenen
şekli bir olay değil işlemin asli bir unsurudur.Yetki unsuru bakımından 2.
önemli bir fark ise sıkıyönetim ve olağanüstü hal kararnamelerinin bir yetki
kanununa ihtiyaç göstermemesidir.Bu anlamda sıkıyönetim ve olağanüstü hal
KHK’leri yürütmenin 1982 anayasasına göre sahip olduğu özerk veya asli
düzenleme yetkisinin tipik bir örneğidir.
2-Konu:Sıkıyönetim
ve olağanüstü hal KHK’leri olağan KHK’ler bakımından Anayasada yer alan konu
sınırlandırmalarına tabi değildir.Diğer bir deyimle temel haklar kişi hakları
ve siyasi haklar ve ödevler de bu tür KHK’lerle düzenlenebilir.Konu bakımından
sıkıyönetim ve olağanüstü hal KHK’lerinin tabi olduğu sınır,bunları ancak
sıkıyönetimin veya olağanüstü halin “gerekli kıldığı konularda”
çıkarılabilmesidir.
3-Denetim
Bakımından:Anayasaya göre (mad.148/1) “olağanüstü hallerde sıkıyönetim ve savaş
hallerinde çıkarılan KHK’lerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı
iddiasıyla AY.mahk.’sine dava açılamaz.Yargısal denetim yokluğu Anayasanın
15.maddesi ile sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde bile vatandaşlara tanımış
olan “mahfuz alan” ı fiilen etkisiz kılabilir.Sıkıyönetim ve olağanüstü hal
KHK’lerinin anayasaya uygunluğunun denetlenememesi bu güvencenin etkinliğini
azaltmakta ve KHK’ler yolu ile sözü geçen mahfuz alanın da ihlal edilebilmesi
tehlikesini ortaya çıkarmaktadır.
AY.mahk.’si
bir düzenleyici işlemin gerçekten de anayasanın öngördüğü anlamda bir
olağanüstü hal KHK’si olabilmesi için şu üç şartın varlığını gerekli saymıştır:
·
Olağanüstü hal yer bakımından sınırlıdır.Olağanüstü
hal ülkenin tümü için değil yalnız bir bölgesi için ilan edildiği takdirde
“KHK ile getirilen önlemlerin sadece
olağanüstü hal ilan edilen bölge için geçerli olması,bölge dışına taşırılmaması
gerekir.Ülkenin bir bölgesi için ilan edilen olağanüstü hal nedeniyle
olağanüstü hal ilan edilmeyen yerlerde olağanüstü hal KHK’lerine geçerlilik
tanınmaz.
·
Olağanüstü hal süre bakımından da
sınırlıdır.”Olağanüstü hal ile sıkıyönetim yasası,olağanüstü halin veya
sıkıyönetimin ilan edildiği bölge veya bölgelerde,bu halin devam ettiği sürece
uygulanırlar.Bu hallerin kaldırılmasına karar verildiğinde bu yasaların o bölge
veya bölgelerde uygulamaları da sona erer.
·
Bu noktayla bağlantılı olarak olağanüstü hal
KHK’leri ile kanunlarda değişiklik yapılamaz.”Olağanüstü hal KHK’leri ile
getirilen kuralların olağanüstü hal bölgeleri dışında veya bu halin sona
ermesinden sonra da uygulamaların devamı isteniyorsa bu konudaki düzenlemeler
yasa ile yapılır.Ayrıca olağanüstü hal kanununda düzenlenecek konular anayasada
açıkça belirtilmiştir.Bu nedenle olağanüstü hal kanununda yapılacak bir
değişikliğin kanunla yapılması zorunludur.Çünkü olağanüstü hal kanunun anayasal
uygunluk denetimine tabidir.
AY
mahk.’sine göre yukarıdaki şartlara uygun olmayan bir olağanüstü hal KHK’si
olağan bir KHK sayılabilir.Ancak bu durumda içerik yönünden anayasaya uygunluk
denetimine tabi olacağı gibi , yetki kanununa dayanmaması bir iptal sebebi
oluşturur.Sıkıyönetim ve olağanüstü hal KHK’leri üzerinde tek denetim TBMM’nin
denetimidir.Anayasamızın 121 ve 122.maddelerine göre bu kararnameler,R.G.’de
yayınlanır ve aynı gün TBMM onayına sunulur;bunların meclisçe onaylanmasına
ilişkin süre ve usül içtüzükte belirlenir.Bundan amacın sıkıyönetim ve
olağanüstü hal KHK’lerinin mümkün olan en kısa süre içinde ve herhalde olağan
KHK’lerden daha seri bir usülle TBMM tarafından görüşülüp karara bağlanması
olduğu açıktır.
IV-Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi:
1982
anayasası 1961 anayasasında mevcut olmayan yeni bir düzenleyici işlem türü
olarak CB kararnamesini de ihdas etmiştir.Anayasanın 107.maddesine göre “CB
genel sekreterliğinin kuruluşu,teşkilat ve çalışma esasları,personel atama
işlemleri CB kararnamesi ile düzenlenir.”Bu kararnameler de sıkıyönetim ve
olağanüstü hal KHK’leri gibi kanundan değil doğrudan doğruya anayasadan
kaynaklanan diğer bir deyimle yürütmenin asli düzenleme yetkisine dayanan
işlemlerdir.
CB
kararnamesi istisnai bir işlem türü olması itibariyle ancak AY2nin
107.maddesinde belirtilen konularda yani CB Genel Sekreterliğinin kuruluş
teşkilat ve çalışma esasları ile personel atama işlemlerinin düzenlenmesi
konularında çıkarılabilir.Bunun dışındaki bir konu CB kararnamesi ile
düzenlenemez.Maddenin amacının CB’nin makamını güçlendirmek olduğu açıktır.CB
kararnamesinin CB tarafından imzalanması gereken normal Bak.Kur.
kararnamelerinden ayrı olarak özel bir madde ile düzenlenmiş olması bunun
CB’nin tek başına yani karşı-imzalar olmadan yapacağı işlemlerden olduğunu
göstermektedir.Bu sebeple CB
kararnameleri de CB’nin tek başına yapacağı işlemler gibi idari yargının
dışında bırakılmıştır.
V-Tüzükler
82
anayasasının 115.,61 anayasasının ise 107.maddesine göre hukukumuzda tüzük
yapmaya yetkili tek organ Bak.Kur.’dur.Tüzükler CB tarafından imzalanarak
yayınlanır.Bak.Kur’unun bir tüzük çıkarabilmesi tüzüğün ilişkin bulduğu kanunda
bu konuda açıkça yetkilendirici bir hüküm bulunmasına bağlı değildir.Ancak
kanun bir tüzük yapılmasını öngörmüşse o konuda idarenin başka tür bir
düzenleyici işlem mesela bir yönetmelik yapamaması gerekir.Daha doğrusu o
konuyu ilk olarak tüzükle düzenlemeden önce başka bir düzenleyici işlemle
düzenleyemez.Anayasamıza göre tüzüklerin konusu “kanunun uygulanmasını
göstermek” veya “kanunun emrettiği işler”i belirtmektir.
Usül ve
şekil unsuru bakımından tüzükleri idarenin diğer düzenleyici işlemlerinden
ayırteden temel özellik bunların Danıştay’ın incelemesinden geçirilme
şartıdır.Bu incelemeden geçmemiş bir tüzük yok sayılır.Doktrinde bu incelemenin
istişari nitelikte olduğu kabul edilir.Çünkü Danıştay görüşünün bağlayıcılığı
kabul edildiği takdirde Danıştay incelemesi bir şekil şartı olmaktan çıkar bir
yetki ortaklığına dönüşür.Oysa anayasa tüzük yapma yetkisini Bak.Kur.’a
vermiştir.Buna karşılık Bak.Kur. Danıştay incelemesinden sonra ya kendi ilk
tasarısını veya Danıştay’ın değiştirisini kabul etmek zorundadır.Bunların her
ikisini bir yana bırakarak yeni bir metni tüzük olarak yayınlayamaz.Zira bu
takdirde tüzük Danıştay’ın incelemesinden geçirilmeden çıkarılmış olur.Denetim
konusuna gelince tüzüklerin birer idari işlem olarak idari yargı denetimine
tabi bulundukları şüphesizdir.
VI-Yönetmelikler
82
anayasasının 124.maddesine göre “Başbakanlık bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri
kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını
sağlamak ve bunlara aykırı olmamak şartıyla yönetmelikler çıkarabilir.Hangi
yönetmeliklerin R.G.’de yayınlanacağı kanunda belirtilir.1961 anayasasında söz
edilmemiş olan başbakanlık da 82 anayasasında yönetmelik çıkarmaya yetkili
makamlar arasında sayılmıştır.1924 anayasası yönetmeliklerden hiç söz etmemiş
olduğu halde 1322 sayılı kanun yönetmeliklerin bir veya birkaç bakanlık yahut
Bak.Kur.’u tarafından yapılabileceğini belirtmişti.
Yönetmeliğin
konusu kanunların ve tüzüklerin uygulanmasının sağlanmasıdır. Yönetmelikler
bunlara aykırı hükümler içeremez.Yönetmeliklerin düzenlenişi bakımından 1961 ve
1982 anayasalarının arasındaki bir fark da 1961 anayasasından yönetmeliklerin
R.G.’de yayınlanacağı belirtilmiş olmasına karşılık,1982 anayasasında hangi
yönetmeliklerin R.G.’de yayınlanacağının kanunda belirtileceğinden bahsedilmiş
olmasıdır.Bunun amacı gereksiz israfı önlemektir.Yönetmeliklerin de bir idari
işlem olarak idari yargı kapsamına girdiği kuşkusuzdur.
TBMM’nin Kuruluşu ve Milletvekillerinin Seçimi
I-TBMM’nin
kuruluşu:
Tarihsel
kökeni bakımından iki meclis sistemi,demokratik gelişmenin bir aşaması olarak
değil ,tam tersine, bu gelişmeyi yavaşlatacak veya onun etkisini azaltacak bir
durum olarak ortaya çıkmıştır.Halkın bir kesimini temsil eden birinci
meclislerin yanında aristokrasiyi temsil eden 2. meclisler var olmuştur.Böylece
halk oyundan çıkan 1.meclislerin yetkilerinin aristokratik 2.meclisler
tarafından sınırlandırılmasına çalışılmıştır.Federal devletlerde 2 meclis sistemi federal yapının vazgeçilmez
bir unsurudur.Çünkü bu sistemlerde meclislerden biri nüfus esasına göre halkı
diğeri ise üye devletleri ya da “federe” devletleri temsil eder.Bu sistem
federe devletlerin federal devlet iradesinin oluşumuna devlet olarak
katılımlarını sağlar.
Tek devletler
arasında da 2 meclis sistemini kabul etmiş olanlar vardır.İki meclis sisteminin
taraftarları bu sayede kanunların aceleye gelmeyeceğini daha iyi ve dikkatli
görüşüleceğini meclislerden birinin yapacağı hataların diğeri tarafından
düzeltilebileceğini anayasa üstünlüğünün ve hukuk devleti ilkesinin daha iyi
gerçekleşebileceğini savunmaktadır. Tecrübeler anayasa üstünlüğünün ve hukuk
devletinin gerçekleştirilmesi bakımından siyasal organlardan çok yargı
organlarına güvenilmesi gerektiğini göstermektedir.Her iki meclis aynı seçim sürecinden
çıktığına göre bunların siyasal bileşimlerinin aynı veya benzer olması yani her
iki mecliste de aynı siyasal parti veya partilerin çoğunlukta bulunmaları
doğaldır.Böyle olunca meclislerden birinin düştüğü bir yanılgının diğer meclis
tarafından düzeltilmesi olanağı pek büyük değildir.
Ancak 1961
anayasasına göre millet meclisinin tümüyle halk oyundan çıkmasına karşılık
Cumhuriyet senatosunda halkça seçilen üyelerin yanı sıra seçilmeyen üyelere de
yer verilmiştir.CS’nin 150 üyesi halk tarafından seçilmekte idi.Genel oyla
seçilmeyen üyeler de 2 kategoriye ayrılıyordu.Bunlardan biri günlük dilde
“kontenjan senatörü” adıyla anılan CB tarafından seçilen 15 üyeydi.bu hükmün
amacı normal kanallardan parlamentoya girmesi pek muhtemel olmayan bazı seçkin ihtisas
sahiplerinin bilgi ve tecrübelerinden parlamento çalışmalarında
yararlanılmasını sağlamaktı.2. kategori ise “tabii üyelerdi”Hukuk dilinde tabi
üyelik başka bir sıfatın sonucu olarak otomatik olarak kazanılan üyeliği ifade
eder.CS’de iki çeşit tabi üyelik vardı.Bunlar eski CB’ler ve Milli Birlik Komitesi başkanı ve üyeleri
idi.Tabi üyeler CS’nin diğer üyelerinin tabi oldukları hükümlere
tabiiydiler.Ancak tabi üyelerin görev süreleri diğer üyelerinki gibi sınırlandırılmış
değildi.
1961 anayasası
parlamentonun yetkilerini iki meclis arasında bölüştürürken bu meclislerin
tamamen eşit yetkilere sahip olmaları yolunu seçmemiştir.Tersine bu sistemde
ağırlık açıkça Millet Meclisinde idi.
TBMM 5 yıllık
seçim dönemi dolmadan istediği anda seçimlerin yenilenmesine karar
verebilmesine karşılık seçimlerin geri bırakılması çok istisnai bir
durumdur.Anayasa bunu savaş durumu ile sınırlı tutmuştur; geri bırakma sebebi
ortadan kalkmadıkça erteleme kararındaki usüle göre bu işlem
tekrarlanabilir.Ara seçim esasları da iki anayasada farklı düzenlenmiştir.TBMM
üyelerinde boşalma olması halinde ara seçime gidilir.Ara seçim her seçim
döneminde bir defa yapılır ve genel seçimden 30 ay geçmedikçe ara seçime
gidilemez.Ancak boşalan üyeliklerin sayısı üye tamsayısının %5’ini bulduğu
hallerde ara seçimlerin 3 ay içinde yapılmasına karar verilebilir.Genel
seçimlere bir yıl kala ara seçim yapılamaz.
II-Milletvekillerinin
Seçimi:
1-Seçim
Sistemi:Geniş anlamda seçim sistemi deyimi seçimlerle ilgili bütün unsurları
mesela seçme ve seçilme yeterliliğini adaylığa ilişkin kuralları oy verme
usüllerini seçimlerin yönetim ve denetimini kapsar.Dar anlamda seçim sistemi
ise seçmenlerce verilen oyların parlamento sandalyelerine
dönüştürülmesinde uygulanan kurallar
anlamına gelir.
Kurucu meclisçe
kabul edilen Milletvekili seçim kanunu nisbi temsilin D’Hondt yöntemini
benimsemiş olmakla beraber buna iki türlü baraj hükmü eklenmiştir.1.’si gene
baraj adıyla anılmaktadır.Buna göre genel seçimlerde ülke genelinde ara
seçimlerde seçim yapılan çevrelerin tümünde geçerli oyların %10’unun aşamayan
partiler milletvekili çıkaramazlar.2.’si ise seçim çevresi barajıdır.Bu hükme
göre bir seçim çevresinde kullanılan geçerli oylar toplamının o çevrede çıkacak
milletvekili sayısına bölünmesiyle elde edilecek sayıdan daha az oy alan siyasi
partilerle ve bağımsız adaylara milletvekilliği tahsis edilemez.
2-Milletvekili
seçilme yeterliliği:Milletvekili seçilme yeterliliği AY’nın 76.maddesinde
düzenlenmiştir.Bu madde ile 61 anayasasının vekil seçilme yeterliliğini
düzenleyen 68.maddesi arasında bazı önemli farklar göze çarpmaktadır.Bir defa
61 anayasası seçilebilmek için Türkçe okuyup yazmayı yeterli gördüğü halde 82
anayasası en az ilkokul mezunu olmayı şart koşmuştur.Ayrıca vekil seçilme
yeterliliğini ortadan kaldıran suçlara yenileri eklenmiştir.Üstelik ilgili
kişinin affa uğramış olması halinde dahi seçilme yeterliliğini geri verilmemesi
olarak düzenlemiştir.
3-Seçim
çevreleri:
4121 sayılı
kanun seçim çevresi olarak esas itibari ile illeri kabul etmekle birlikte
çıkaracağı milletvekili sayısı 19’dan 35’e kadar olan illerin 2;36 veya daha
fazla olan illerin 3 seçim çevresine bölüneceğini belirtmiştir.Çıkaracağı vekil
sayısı 18’e kadar olan iller bir seçim çevresi sayılır.Milletvekili seçim
kanunu seçim çevrelerini ve her seçim çevresinin çıkaracağı vekil sayısını
saptama görevini Yüksek Seçim Kuruluna vermiştir.
Seçim çevresi
ne kadar büyükse yani ne kadar fazla vekil çıkarıyorsa seçim çevresi barajı o
kadar küçüleceğinden küçük partilerin barajı aşma şansları artar; dolayısıyla
seçimler daha orantılı sonuçlar verir.Seçim çevrelerinin belirlenmesine ilişkin
kurallar arasında her ile nüfusuna bakılmaksızın önce birer vekil tahsis
edilmesini ve nüfus esasının ancak geri kalan vekillikler için uygulanmasını
ilkesi de az nüfuslu kırsal illeri çok
nüfuslu şehirleşmiş iller aleyhine yararlandıracak niteliktedir.
4-Seçimin
Başlangıcı:
TBMM seçimleri
normal olarak 5 yılda bir yapılır.Her seçim döneminin son toplantı yılının 3
temmuz günü seçimlerin başlangıç tarihidir ve ekim ayının 2. Pazar günü oy
verilir.Seçim dönemi bitmeden önce seçimin yenilenmesine TBMM veya CB
tarafından karar verilmesi halinde durum Bak.Kur. tarafından 48 saat içinde
ilan olunur.Yenileme kararı TBMM tarafından verilmiş ise Meclis seçimin yapılacağı
tarihi de belirler; CB tarafından verilmesi halinde ise kararın verildiği
tarihten itibaren 90. günü müteakip Pazar günü seçimler yapılır.
Seçim
propagandası oy verme gününden önceki 10.günün sabahında başlar ve oy verme
gününden önceki günün saat 1800’ında sona erer.Kanun bu süre içinde açık ve
kapalı yerlerde ve radyo ve TV’de yapılacak propagandanın ilkelerini
belirler.Ayrıca seçim propagandasının başlangıç tarihinden oy verme gününü
takip eden güne kadar olan süre içinde seçim eşitliğini korumaya yönelik
birtakım yasaklar da uygulanır.
5-Adaylık:
3270 sayılı
kanun aday tespiti yönteminin seçilmesini partilerin kendi tüzüklerine
bırakmakta ancak parti tüzükleri bütün parti üyelerinin katılacakları bir
önseçim yöntemini benimsemedikleri takdirde bu ön-seçimlerin kanunda yer alan
hükümlere göre cereyan edeceğini belirtmektedir.
6-Milletvekillerinin
Tahsisi:Bir seçim çevresinde siyasi partilerin ve bağımsız adayların elde
edecekleri milletvekili sayısı yukarıda değinilen kontenjan adaylığı saklı
kalmak kaydıyla d’Hondt sistemine göre hesaplanmaktadır.
7-Gümrük
kapılarında kullanılan oyların değerlendirilmesi:Yabancı ülkelerde yaşayan Türk
vatandaşlarına milletvekilleri genel seçimi yapılacağı günün 75 gün öncesinden
başlamak üzere seçim günü akşam 1700’a kadar yurda giriş ve çıkışlarında gümrük
kapılarında kurulacak oy sandıklarında oy kullanma hakkını tanımıştır.
TBMM Üyelerinin Hukuki Statüsü
I-Milletin
Temsili:AY 80 maddeye göre TBMM üyeleri seçildikleri bölgeyi veya kendilerini
seçenleri değil bütün milleti temsil eder.Bununla milletvekillerinin
kendilerini seçenlerin istek ve direktifleriyle bağlı birer delege değil kendi
serbest iradeleriyle tüm milletin menfaatinin neyi gerektirdiğini takdir
edebilecek bağımsız birer temsilci olmaları gerektiğini ifade
edilmiştir.İlkenin hukuki anlamı milletvekillerinin yasama dönemi sırasında
seçmenleri tarafında azledilmesinin mümkün olmaması ve seçmenlerin
milletvekillerine hukuken bağlayıcı direktifler verememeleridir.
II-Milletvekili
andı:AY 81.mad. milletvekillerinin göreve başlarken içeceği andı
öngörmüştür.Daha önceki anayasalarımızda da var olan milletvekili andının
hukuki bir bağlayıcılıktan çok manevi bir bağlayıcılık ifade ettiği
kuşkusuzdur.
III-TBMM
üyeliği ile bağdaşmayan işler:
AY. 87.maddesi
milletvekilliği ile bağdaşmayan işleri öngörmüştür.”Yasama uyumsuzluğu” (teşrii
imtizaçsızlık) adı da verilen bu müessesenin temsili rejimin tarihsel
gelişiminden kaynaklanan amacı, milletvekillerinin herhangi bir yürütme görevi
kabul etmelerini önlemek suretiyle onların yürütme organı karşısında tan bir
bağımsızlığa sahip olabilmelerini sağlamaktır.1982 anayasası yasama
uyumsuzluğunun kapsamını genişletmiştir.82.maddesinin son fıkrası TBMM üyeliği
ile bağdaşmayan diğer görev ve işlerin
kanunla düzenleneceğini belirtmiştir.
IV-Yasama
Sorumsuzluğu:
Yasama
meclisleri üyelerine yasama görevlerini gereği gibi yerine getirmeyi sağlamak
amacıyla bazı bağışıklık ve dokunulmazlıklar tanımıştır.Yasama meclisi
üyelerini bu şekilde diğer vatandaşlardan farklı bir statüye tabi tutmanın
amacı şüphesiz onları imtiyazlı ve hukukun üstünde bir grup haline getirmek
değildir.Bu bağışıklıklarla sadece kamu yararının daha iyi gerçekleşmesi
amaçlanmıştır.Yasama sorumsuzluğunun amacı vekillerin meclisteki söz
hürriyetini korumaktır.Sorumsuzluğun söz konusu olabilmesi için söz konusu
eylemin meclis çalışmaları sırasında işlenmiş olması ve oy,söz veya düşünce
açıklaması yoluyla işlenmiş olması gerekir.Meclis çalışmaları deyimi sadece
meclisin genel kurul toplantıları değil komisyon toplantılarını ve siyasi
partilerin grup toplantılarını da kapsar.Suç teşkil eden eylemin sorumsuzluk
kapsamına girebilmesi için gerekli ikinci şart bu eylemin oy,söz veya düşünce
açıklaması yoluyla işlenmiş olmasıdır.Suç teşkil eden eylem,oy,söz veya düşünce
açıklaması yoluyla işlenmemişse meclis çalışmaları sırasında işlenmiş dahi olsa
sorumsuzluk söz konusu değildir.
Bu sınırlar
içinde sorumsuzluk yasama meclisi üyeleri için tam bir koruma sağlar.Nitekim
sorumsuzluğa mutlak muaflık da denmektedir.Sorumsuzluğun mutlaklığı 3 noktada
kendini gösterir.
-Sorumsuzluk
cezai takibata karşı mutlak olarak korur.
-Sorumsuzluğun
meclisçe kaldırılabilmesi mümkün değildir.
-Sorumsuzluk
sürekli niteliktedir.
V-Yasama
Dokunulmazlığı:Yasama sorumsuzluğunun milletvekilinin meclis çalışmalarındaki
söz ve düşünce hürriyetini korumasına karşılık yasama dokunulmazlığı
milletvekilini keyfi veya asılsız ceza kovuşturmalarından ve tutuklamalardan
korur.Diğer bir deyimle yasama dokunulmazlığının amacı milletvekillerinin
yürütme organınca tahrik edilebilecek keyfi ceza kovuşturmalarıyla geçici bir
süre için dahi olsa görevlerinden uzaklaştırılmalarını önlemektir.Yasama
sorumsuzluğundan farklı olarak dokunulmazlık nisbi ve geçici nitelikte bir
ayrıcalıktır.Nispidir çünkü TBMM tarafından kaldırılabilir.Dokunulmazlığı
kaldırılan bir üye tekrar seçilmiş ise dokunulmazlığı da geri gelir.Bu durumda
ilgili üye hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılabilmesi Meclisin
dokunulmazlığı tekrar kaldırmasına bağlıdır.Dokunulmazlığın kaldırılması için izlenecek
usül halen TBMM’de uygulanan Millet Meclisi İçtüzüğü ile düzenlenmiştir.Yasama
sorumsuzluğu ve yasama dokunulmazlığından TBMM üyeleri dışında milletvekili
olmayan bakanlar ve CB konseyi üyeleri de yararlanırlar.
VI-Üyeliğin
düşmesi:AY.’nin TBMM üyeliğinin düşmesine ilişkin 84.maddesi 95 tarihli anayasa
değişikliği ile büyük ölçüde değiştirilmiştir.Bu maddedeki değişikliklerden
önemli bir tanesi partisinden istifa ederek başka bir partiye giren veya
Bak.Kur.’da görev alan milletvekillerinin vekilliklerinin düşmesine dair hükmün
kaldırılmış olmasıdır.2. bir önemli ve olumlu değişiklik temelli kapatılan bir
siyasi partiye mensup vekillerin durumuyla ilgilidir. 84.maddenin ilk şekline
göre temelli olarak kapatılan siyasi partinin kapatılmasına ilişkin davanın
açıldığı tarihte parti üyesi olan tüm milletvekillerinin üyeliği kapatma
kararının tebliği ile sona eriyordu.Yeni metinde ise vekilliğin düşmesi
partinin kapatılmasına beyan ve eylemleri ile yol açan vekiller için
öngörülmüştür.Vekilliğin kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halinde Genel Kurul
kararına hacet olmaksızın kendiliğinden düşmesi de başka bir isabetli
değişikliktir.
VII-Dokunulmazlığın
kaldırılması ve üyeliğin düşmesi kararlarının denetlenmesi:
AY.
85.maddesine göre yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya vekilliğin
düşmesine 84.maddenin 1.-3. ve 4.fıkralarına göre karar verilmiş olması halinde
meclis genel kurulu kararının alındığı tarihten başlayarak 7 gün içerisinde
ilgili vekil veya bir diğer milletvekili kararın anayasaya kanuna veya içtüzüğe
aykırılığı iddiası ile iptali için AY Mahk.’sine başvurabilir.Bu durumda
Ay.Mahk. incelemesi isnad edilen suçun gerçekten işlenip işlenmediğini değil
isnadın ciddi olup olmadığını kapsayacaktır.Ancak şüphesiz ki isnadın ciddiliği
hakkında bir yargıya varılabilmesi ileri sürülen deliller hakkında bir
incelemeyi özellikle bunların delil değerini haiz olup olmadıklarının
araştırılmasını gerektirir.
VIII-TBMM
üyelerinin mali statüleri:
Yasama
meclislerinin üyelerinin bir yandan görevlerinin gerektirdiği bir hayat düzeyi
sürdürmelerine imkan verecek bir ödenek almalarını bir yandan da kanun koyucu
sıfatından yararlanarak bu ödenekleri aşırı derecede yükseltmemelerini sağlamak
amacıyla anayasalarda üyelerin mali statülerinin düzenlendiği görülür.1982
AY.’sı 86.maddesinde bu düzenlemeler görülür.
TBMM Görev ve Yetkileri
Hükümet
sistemi ne olursa olsun bütün temsili rejimlerde parlamentoların kanun yapma
hükümeti denetleme ve devlet bütçesini kabul etme gibi 3 temel fonksiyonu
vardır.Parlamenter bir rejim kuran T.C. Anayasası TBMM’ye parlamentoların bu 3
klasik yetkisini vermiştir.Bunların dışında da anayasamızın TBMM’ye verdiği
yetkiler vardır.Bu yetkiler AY. Mad.87’de düzenlenmiştir.
1-Kanun Yapma:
Anayasaya göre
kanun teklif etmeye Bak.Kur. ve milletvekilleri yetkilidir.Bakanlar kurulu
tarafından yapılan öneriye kanun tasarısı milletvekilleri tarafından yapılan
öneriye ise kanun teklifi adı verilir.Kanun teklif ve tasarılarının TBMM’de
görüşülme usül ve esasları içtüzükle düzenlenmiştir.Hükümetçe hazırlanmış kanun
tasarıları bütün bakanlarca imzalanmış olarak ve gerekçesi ile birlikte Meclis
Başkanlığına sunulur.Gerekçede tasarının tümü ve maddeleri hakkında bilgiler
kaldırılması veya eklenmesi istenen hükümlerin neler olduğu ve neden
kaldırılması değiştirilmesi veya eklenmesi gerekli olduğu açıkça gösterilmesi
lazımdır.Başkan gelen tasarıları doğrudan doğruya ilgili komisyona havale
eder.Kanun teklifleri de gerekçesi ile birlikte başkanlığa verilir ve
başkanlıkça ilgili komisyona havale edilir.Komisyonlar şartlarına uymayan kanun
tekliflerini sahiplerine tamamlatmaya yetkilidir.TBMM tarafından reddedilmiş
olan kanun teklif ve tasarıları red tarihinden itibaren bir tam yıl geçmedikçe
tekrar teklif edilemezler.Bir yasama döneminde sonuçlandırılamamış olan kanun
tasarı ve teklifleri hükümsüz sayılır;buna “kadük olma” denilmektedir.Ancak
hükümet veya milletvekilleri bu tasarı veya teklifleri yineleyebilirler.Kanun
tasarı ve tekliflerinin görüşülmesinde önce tasarı veya teklifin tümü hakkında
söz verilir.Anayasa değişiklikleri hariç kanunun tümünün veya maddelerinin
oylanması 15 üye tarafından açık oy istenmişse işaretle olur.Kanunlarda veya
içtüzükte aksi yoksa kanun tasarısı veya teklifinde bir maddenin reddi
komisyona iadesi değiştirilmesi veya metne madde eklenmesi hakkında
milletvekilleri esas komisyon veya hükümet değişiklik önergeleri verebilir.Daha
sonraki değişiklik önergeleri işaret oyu ile ayrı ayrı oylanır.Esas komisyon
veya hükümet tasarı veya teklifin tümünün belli bir veya birkaç maddesinin komisyona
geri verilmesini bir defaya mahsusu olmak üzere isteyebilir.Bu istem
görüşülmeksizin yerine getirilir.TBBM tarafında kabul edilen kanunların
yayınlanması görevi CB’ye aittir.Yayınlanmasını uygun bulmadığı kanunları bir
daha görüşülmek üzere bu hususta gösterdiği gerekçe ile birlikte aynı süre
içinde TBMM’ye geri gönderir.Bütçe kanunları bu hükme tabi değildir.TBMM geri
gönderilen kanunu aynen kabul ederse kanun CB tarafından yayınlanır;meclis geri
gönderilen kanunda bir değişiklik yaparsa CB’nin tekrar geri gönderme yetkisi
vardır.Anayasa değişikliklerine ilişkin hükümler saklıdır.CB’nin kanunları geri
gönderme yetkisine günlük konuşma dilinde “veto yetkisi” adı verilmesi
yanıltıcı niteliktedir.Çünkü veto önlemek ya da güçleştirmek anlamını içerir.Meclis
geri gönderilen kanununu aynen kabul ederse CB bu kanunun yayınlamaya
mecburdur.Bu niteliğiyle kanunların geri gönderilmesi CB’ye tanınmış bir uyarı
yetkisinden ibarettir.CB’nin geri gönderme gerekçesi hukuka uygunluk veya
yerindelik unsurlarından birini veya her ikisini de kapsayabilir.Bütçe
kanunları süreli nitelikleri dolayısıyla geri gönderme yetkisi dışında
tutulmuştur.Buna karşılık CB 61 anayasası döneminde geri gönderemediği anayasa
değişikliklerine ilişkin hükümleri de geri gönderebilmektedir.82 anayasasının
61 anayasasından bir farkı da meclis geri gönderilen bir kanunda yeni bir
değişiklik yaptığı takdirde CB değiştirilen kanunu tekrar meclise geri
gönderebileceğinin tasrih edilmiş olmasıdır.
TBMM’nin bir
kanun yapmak suretiyle kullandığı diğer iki yetki genel ve özel af ilanına ve
kesinleşen ölüm cezalarının yerine getirilmesine karar vermektir.Affın genel
veya özel oluşu onun kapsamına giren kişilerin sayısıyla değil affın hukuki
sonuçlarıyla ilgilidir.Genel af ceza ile birlikte suçu ve dolayısıyla ceza
mahkumiyetinin bütün sonuçlarını ortadan kaldırır.buna göre genel af bir tek
kişi için ilan edilebileceği gibi özel af birden çok kişiler için ilan
edilebilir.
Anayasanın
87.maddesinde sayılan yetkilerden savaş ilanı ve silahlı kuvvet kullanılmasına
izin verilmesi yetkilerinin mahiyetleri gereği olarak bir TBMM kararıyla
kullanılması gerekir.Bu AY. Mad.92’de düzenlenmiştir.Maddenin 61 anayasası
66.maddesinden farkı sayılan durumlarda CB’ye de silahlı kuvvet kullanılmasına
izin verme yetkisini tanımış olmasıdır.
II-Hükümetin
Denetlenmesi:
Parlamentonun
hükümet üzerindeki denetiminin gerçekleştirilmesini sağlayan hukuki araçlara
denetim yolları ya da denetim araçları denir.Bunlar:
1-Soru:
Anayasaya göre
soru Bak.Kur.adına sözlü veya yazılı olarak cevaplandırılmak üzere başbakan
veya bakanlardan bilgi istemektir.Soru istenilen cevabın niteliğine göre sözlü
soru veya yazılı soru olarak ikiye ayrılır.Cevap ister yazılı ister sözlü
olarak istenilsin soru her halde yazılı olarak bir önerge ile sorulur.Sözlü
sorular başkanlık yazısının başbakanlığa veya ilgili bakanlığa sevk tarihinden
itibaren 5 gün sonra gündeme alınır.Hükümet yazılı sorunun cevabını gereken
bilgilerin derlenebilmesi için en çok 1 ay geciktirebilir.Sözlü soruya hükümet
adına verilecek cevabın süresi 5 dakikayı geçemez.Bu cevap üzerine soru sahibi
yerinden konu ile ilgili çok kısa bir ek açıklama isteyebilir.İkinci cevap
süresi de 5 dakikayı aşamaz.3 birleşim içinde cevaplandırılmayan sorular yazılı
soruya çevrilir.Görülüyor ki sözlü soru etkinliği sınırlı olan bir denetim
yoludur.Çünkü bunda ancak ilgili bakan ve soru sahibi milletvekili
konuşabilmekte diğer meclis üyeleri tartışmalara katılamamaktadır.Yazılı soruda
ise başbakanlığa veya ilgili bakanlığa gönderildikleri tarihten itibaren en geç
15 gün içinde cevaplandırılır.Başkan bu süre içinde de cevaplandırılmayan
yazılı sorular için başbakanın veya ilgili bakanın dikkatini çeker.
2-Genel
Görüşme:
Anayasaya göre
genel görüşme “toplumu ve devlet faaliyetlerini ilgilendiren belli bir konunun
TBMM genel kurulunda görüşülmesidir.”Genel görüşme açılması hükümet,siyasi
parti grupları veya en az 20 milletvekili tarafından bir önerge ile
istenebilir.Genel görüşme açılıp açılmamasında Meclis genel kurulu karar
verir.Genel kurul, görüşme açılıp açılmamasına işaretle oylama suretiyle karar
verir.Genel görüşmenin başlayacağı gün görüşme açılmasına karar verilmesinden
itibaren 48 saatten önce ve 7 tam günden sonra olamaz.Genel görüşme önergesinin
gündeme alınması kabul edildiği takdirde bu görüşmelere önerge sahibi
milletvekilleri dışındaki vekiller de katılabilir.Bu yönden genel görüşme
sadece soru sahibi milletvekili ile ilgili bakan arasındaki bir diyalog
niteliği taşıyan sorudan daha etkin bir denetim aracıdır.Ancak gene görüşmenin
sonunda bir oylama yapılamaz ve bir karar alınamaz.Genel görüşme etkinlik
derecesi açısından soru ile gensoru arasında yer alan bir denetim yoldur.!924
anayasasında ve meclis içtüzüğünde bulunmayan genel görüşme 61 anayasası
döneminde kabul edilmiş ve 82 anayasasında da korunmuştur.
3-Meclis
Araştırması:
Anayasanın
tanımına göre meclis araştırması belli bir konuda bilgi edinilmek için yapılan
incelemeden ibarettir.Meclis araştırması açılmasında genel görüşme
açılmasındaki hükümler uygulanır.Bu konudaki görüşmelere hükümet siyasi parti
grupları ve istemde bulunan milletvekillerinden birinci imza sahibi veya onun
göstereceği bir diğer imza sahibi katılabilir.Komisyon gerekli gördüğü kamu
kurumlarından ve uygun bulacağı uzmanların bilgilerine başvurabilir Devlet
sırları ile ticari sırlar meclis araştırması kapsamı dışındadır.Meclis
araştırması komisyonu inceleme faaliyetlerini bitirdiğinde meclise bir rapor
sunar.Bu rapor hakkında genel kurulda genel görüşme açılır.Ancak görüşme
sonunda herhangi bir karar alınması veya hükümetin sorumlu bulunması mümkün
değildir.Araştırma,hükümetin siyasetinin kusurlarını ortaya koymuşsa bu
bulgulara dayanılarak bir gensoru önergesi verilmek suretiyle hükümetin siyasal
sorumluluğunu gerçekleştirebilir.Yoksa meclis araştırması doğrudan doğruya hükümetin siyasal sorumluluğuna yol açacak bir denetim
aracı değildir.
4-Meclis
Soruşturması:
Meclis
soruşturması başbakan veya bakanların görevleriyle ilgili cezai
sorumluluklarının araştırılmasını sağlayan bir denetim aracıdır.Başbakan veya
bakanlar hakkında TBMM üye sayısının en az 1/10’unun vereceği önerge ile
soruşturma açılması istenebilir.Soruşturma açılmasına karar verilmesi halinde
kurulacak 15 kişilik bir komisyon tarafından soruşturma yapılır.Komisyon
soruşturma sonucunu belirten raporunu 2 ay içinde meclise sunar.Soruşturmanın
bu süre içinde bitirilememesi halinde 2 aylık yeni ve kesin bir süre
verilir.Meclis raporu öncelikle görüşür ve gerek gördüğü takdirde ilgilinin
Yüce Divan’a sevkine karar verir.Yüce Divan’a sevk kararı üye tamsayısının salt
çoğunluğu ile olur.Meclis genel kurulu ilgili bakanı Yüce Divan’a sevk edip
etmeme hususunda soruşturma komisyonunun raporu ve tavsiyesi ile bağlı
değildir.Bu konuda nihai karar Genel Kurulundur.TBMM kararı ile Yüce Divan’a
verilen bir bakan bakanlıktan düşer.Başbakanın sevki halinde ise hükümet istifa
etmiş sayılır.
5-Gensoru:
Bütün
parlamenter denetim araçları arasında sadece gensoru hükümetin veya bir bakanın
siyasal sorumluluğuna yol açabilir, yani onun meclisçe görevden
uzaklaştırılmasına imkan verir.Gerçi meclis soruşturması sonucunda Yüce Divan’a sevkedilen bir bakan da
bakanlıktan düşmektedir ama bu yol sadece “cezai” sorumluluğu gerektiren
işlerde kullanılır.
1982 anayasası
gensoruyu 1961 anayasasına benzer şekilde
düzenlemiştir.Buna göre gensoru önergesi bir siyasi parti gurubu adına
veya en az 20 milletvekili imzasıyla verilir.Gensoru önergesi verilişinden
sonraki 3 gün içerisinde bastırılarak üyelere dağıtılır;dağıtılmasında itibaren
10 gün içinde gündeme alınıp alınmayacağı görüşülür.Bu görüşmede ancak önerge
sahiplerinden biri siyasi gruplar adına bir milletvekili Bak.Kur.adına başbakan
veya bir bakan konuşabilir.Gensoru görüşmeleri sırasında üyelerin veya
grupların verecekleri bir gerekçeli güvensizlik önergeleri veya Bak.Kur.’unun
güven isteği bir tam gün geçtikten sonra oylanır.Bak Kur.’unun veya bir bakanın
düşürülebilmesi üye tamsayısının salt çoğunluğu ile olur;oylamada yalnız
güvensizlik oyları sayılır.Maddede hükümet istikrarını sağlayıcı bazı hükümler
olduğu göze çarpmaktadır.Maddede belirtilen 2 tam veya 1 tam günlük süreler
siyaset bilimi literatüründe “serinleme süresi” olarak anılmaktadır.Bu sürenin
amacı güven oylamalarındaki duygusal etkenlerin etkisini azaltmak
milletvekillerinin daha etraflı ve serinkanlı düşünebilmelerini sağlamaktır.Bak.Kur.’un
veya bir bakanın ancak üye tamsayısının oyuyla düşürülebilmesi kuralı da
hükümet istikrarını sağlamaya yöneliktir.Oylamada yalnız güvensizlik oylarının
sayılacağı kuralı 82 anayasası ile getirilmiştir.Bu hükümle güven oylamasında adi
çoğunlukta azınlıkta kalan fakat anayasa gereğince istifaya mecbur olmayan bir
hükümetin prestij kaybına uğramasını önlemek istenmiştir.